Şu misafirhane ve şu meydan ve şu meşherlerin arkasında; o sermedî saltanata medâr ve mazhar olacak daimî saraylar, müstemir meskenler, şu dünyada gördüğümüz nümûnelerin ve sûretlerin en hâlis ve en yüksek asıllarıyla dolu bağ ve hazineleri vardır. Demek burada çabalamak, onlar içindir. Şurada çalıştırır, orada ücret verir. Herkesin istidadına göre -eğer kaybetmezse- orada bir saadeti vardır. Evet öyle sermedî bir saltanat, muhaldir ki; şu fâniler ve zâil zeliller üstünde dursun...
Şu hakîkata, şu temsil dürbünüyle bak ki: Meselâ, sen yolda gidiyorsun Görüyorsun ki; yol içinde bir han var. Bir büyük zât o hanı, kendine gelen misafirlerine yapmış. O misafirlerin, bir gece tenezzüh ve ibretleri için, o hanın tezyinatına milyonlar altunlar sarfediyor. Hem o misafirler o tezyinattan pek azı ve az bir zamanda bakıp, o ni’metlerden pek az bir vakitte, az bir şey tadıp, doymadan gidiyorlar. Fakat her misafir; kendine mahsus fotoğrafıyla, o handaki şeylerin sûretlerini alıyorlar. Hem, o büyük Zâtın hizmetkârlârı da, misafirlerin sûret-i muamelelerini gayet dikkat ile alıyorlar ve kaydediyorlar. Hem, görüyorsun ki; O Zât, her günde, o kıymettar tezyinatın çoğunu tahrib eder. Yeni gelecek misafirlere, yeni tezyinatı icad eder. Bunu gördükten sonra hiç şüphen kalır mı ki: Bu yolda bu hanı yapan zâtın; daimî pek âlî menzilleri, hem tükenmez, pek kıymetli hazineleri, hem müstemir, pek büyük bir sehâveti vardır. Şu handa gösterdiği ikram ile, misafirlerini kendi yanında bulunan şeylere iştihalarını açıyor ve onlara hâzırladığı hediyelere, rağbetlerini uyandırıyor. Aynen onun gibi, şu misafirhâne-i dünyadaki vaziyeti, sarhoş olmadan dikkat etsen; şu dokuz esası anlarsın:
Birinci Esas: Anlarsın ki; o han gibi bu dünya dahi kendi için değil... Kendi kendine de bu sûreti alması muhaldir. Belki, kafile-i mahlûkatın gelip konmak ve göçmek için dolup boşanan, hikmetle yapılmış bir misafirhanesidir.
İkinci Esas: Hem anlarsın ki; şu hanın içinde oturanlar misafirlerdir. Onların Rabb-ı Kerîm’i, onları Dâr-üs Selâm’a davet eder.
Üçüncü Esas: Hem anlarsın ki; şu dünyadaki tezyinat, yalnız telezzüz veya tenezzüh için değil.