Zülfikar Risalesi | Yirmibeşinci Söz | 4
(1-86)

Kur’anın târifine dair üç cüz’ündeki sıfatların herbiri başka yerlerde kat’î isbat edilmiş veya isbat edilecektir. Dâvâmız mücerred değil, her birisi bürhân-ı kat’î ile müberhendir.

BİRİNCİ ŞU’LE: Bu şulenin üç şuâ’ı var.

BİRİNCİ ŞUÂ’: Derece-i i’câzda belâgat-ı Kur’aniyyedir. O belâgat ise, nazmın cezâletinden ve hüsn-ü metânetinden ve üslûblarının bedâatinden, garib ve müstahsenliğinden ve beyânının beraatinden, fâik ve safvetinden ve maânîsinin kuvvet ve hakkâniyyetinden ve lâfzının fesahâtinden, selâsetinden tevellüd eden bir belâgat-ı hârikulâdedir ki, benî-Âdemin en dâhî ediplerini, en hârika hatiblerini, en mütebahhir ulemâsını muârazaya davet edip binüçyüz senedir meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muârazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başını semâvâtâ vuran o dâhîler, Ona muâraza için ağız açamayıp kemâl-i zilletle boyun eğdiler. İşte belâgatındaki vech-i i’câzı iki sûretle işaret ederiz.

Birinci Sûret: İ’câzı vardır ve mevcûddur. Çünki Ceziret-ül Arab ahalisi o asırda ekseriyyet-i mutlaka îtibariyle ümmî idi. Ümmîlikleri için mefâhirlerini ve vukuat-ı tarihiyyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsallerini kitabet yerine şiir ve belâgat kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâgat câzibesiyle eslaftan ahlafa hâfızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu ihtiyâc-ı fıtrî neticesi olarak o kavmin mânevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyâde revaç bulan, fesâhât ve belâgat metâı idi. Hattâ bir kabilenin belîğ bir edibi, en büyük bir kahramân-ı millîsi gibi idi. En ziyâde onunla iftihar ediyorlardı. İşte İslâmiyyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medâr-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyâcla muhtaç olan belâgatta akvam-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymetdar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musâlâha ediyorlardı. Hattâ onların içinde “Muallakat-ı Seb’a” namıyla yedi edibin yedi kasidesini altunla Kâ’be’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı. İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân nüzul etti. Nasılki, zaman-ı Mûsa Aleyhisselâm’da sihir ve zaman-ı Îsâ Aleyhisselâm’da tıb revaçta idi. Mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülegâ-yı Arabı, en kısa bir sûresine mukabeleye davet etti:...

fermanıyla onlara meydan okuyor.

Dinle
Ses Yok