Zülfikar Risalesi | Yirminci Söz | 4
(1-24)

Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki: Kalbleriniz taştan daha câmid ve daha ziyâde katılaşmıştır. Zira görmüyor musunuz ki, o pek sert ve pek câmid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar evâmir-i İlâhiyyeye karşı muti’ ve musahhar ve icraat-ı Rabbâniyye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki, havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı İlâhiyye ne derece sühuletle cereyan ediyor. Öyle de; tahtez zemin ve o sert, sağır taşlarda o derece sühulet ve intizâm ile, hattâ damarlara karşı kanın cevelanı gibi muntâzam su cedvelleri (Hâşiye) ve su damarları, kemâl-i hikmetle o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebâtat ve ağaçların dallarının sühuletle sûret-i intişarı gibi; o derece sühuletle köklerin nazik damarları, yer altındaki taşlarda mümânâat görmeyerek evâmir-i İlâhî ile muntâzaman intişar ettiğini Kur’an işaret ediyor ve geniş bir hakikatı, şu âyetle ders veriyor ve o ders ile, o kasavetli kalblere bu mânâyı veriyor ve remzen diyor:

Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir Zâtın evâmirine karşı o kalb kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o Zâtın evâmiri önünde kemâl-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel îfâ ediyorlar. İtaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevilhayata, âb-ı hayatla beraber sâir medâr-ı hayatlarına öyle bir hazinedârlık ediyor ve öyle bir adâletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i Zülcelâl’in dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve âzamet-i kudretine karşı secdededir. Zira toprak üstünde müşahede ettiğimiz şu masnuat-ı muntâzama ve şu hikmetli ve inâyetli tasarrufat-ı İlâhiyye misillü, zemin altında aynen cereyan ediyor.


Hâşiye: Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelâl tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyân etmek, ancak Kur’an’a yakışır.

İşte birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbâniyye ile nebâtata analık edip yetiştirdiği gibi, Kudret-i İlâhiyye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor.
İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntâzam cevelânına hizmetidir.

Üçüncü vazife-i fıtriyyesi: Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enharın muntâzam bir mizan ile zuhur ve devamlarına hazinedârlık etmektir. Evet taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat sûretinde, Delâil-i Vahdâniyyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor.

Ses Yok