Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise; hurûf-u mevcûdâtın tezyînâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatın yolunu şaşırmış... Şu kitab-ı kebîrin hurûfâtına “Mânâ-yı Harfî” ile, yâni Allah hesabına bakmak lâzım gelirken; öyle etmeyip “Mânâ-yı İsmî” ile, yâni mevcûdâta mevcûdât hesabına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış”a bedel, “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir...
İKİNCİ ESAS: Kur’an-ı Hakîm’in hikmeti, hayat-ı şahsiyyeye verdiği terbiyye-i ahlâkiyye ve hikmet-i felsefenin verdiği dersin muvâzenesi:
Felsefenin hâlis bir tilmizi, bir fir’avundur. Fakat menfâati için en hasis şeye ibâdet eden bir firâvun-u zelildir. Her menfaatli şey’i kendine “Rab” tanır. Hem o dinsiz şâkird, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabûl eden miskin bir mütemerriddir. Şeytan gibi şahısların, bir menfaat-ı hasîse için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir... Hem o dinsiz şâkird, cebbar bir mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinad bulmadığı için zâtında gayet acz ile âciz bir cebbar-ı hodfuruştur... Hem o şâkird, menfaatperest hodendiştir ki: Gaye-i himmeti, nefs ve batnın ve fercin hevesâtını tatmin ve menfaat-ı şahsiyyesini, bâzı menfaat-ı kavmîyye içinde arayan dessâs bir hodgâmdır.
Amma, hikmet-i Kur’anın hâlis tilmizi ise; bir abd’dir. Fakat, âzâm-ı mahlûkata da ibâdete tenezzül etmez. Hem cennet gibi âzâm-ı menfaat olan bir şey’i, gaye-i ibâdet kabûl etmez bir abd-i azizdir. Hem hakikî tilmizi mütevâzidir; selim, halimdir. Fakat, Fâtırının gayrına, daire-i izni haricinde ihtiyârıyla tezellüle tenezzül etmez. Hem, fakir ve zaîftir, fakr ve za’fını bilir. Fakat onun Mâlik-i Kerim’i, ona iddihar ettiği uhrevî servet ile müstağnîdir ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için kavîdir... Hem, yalnız livechillâh, rızâ-i İlâhî için, fazilet için amel eder, çalışır... İşte, iki hikmetin verdiği terbiye, iki tilmizin muvâzenesiyle anlaşılır...
ÜÇÜNCÜ ESAS: Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’aniyyenin hayat-ı içtimaiyye-i beşeriyyeye verdiği terbiyeler:
Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyyede nokta-i istinâdı, “Kuvvet” kabûl eder. Hedefi, “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı, “Cidal” tanır. Cemâatlerin râbıtâsını, “Unsuriyyet, menfî milliyeti” tutar. Semerâtı ise, “Hevesât-ı nefsaniyyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyyeyi tezyid”dir.