Hamidiye Paşalarından
Miran Ayiret Ağası
MUSTAFA PAŞA
Şarkın meşhur ağalarından ve Hamideye Alayı komutanlarından Mustafa Paşa, on dokuzuncu yüzyılın başlarında Cizre'de dünyaya gelmişti. Babası Tamer Ağa, dedesi ise İbrahim Ağaydı. O zamanlar çok kuvvetli olan Miran aşiretinin ağası olmuştu.
Paşa iri yarı, bakışları sert ve korkutucu, sakallı bir Hamidiye paşasıydı. On bir oymağı olan Miran aşiretinin Berkeleyi oymağındandı. On bir kabilenin ittifakıyla Miran aşiretinin başına geçmişti. Tarihçe-i Hayat'ta Bediüzzaman'la olan münasebetleri bütün tafsilâtıyla anlatılmaktadır. Zulümden ve haksızlıklardan vazgeçmediği için artık öleceği, harika bir keramet haliyle kendisine bildirilmişti. Gerçekten, bu haberdan az sonra, l902 senesinin Ekim ayında yaylâdan Cizre'ye dönerken, Cizre-Şırnak arasında meydana gelene aşiret kavgaları sırasında serseri bir kurşun ile öldürülmüştü. Aşiret kavgası sona ermiş, bütün aşiretler ayrılmış bir haldeyken, kimin tarafından atıldığı belli olmayan bir kurşunla vurulmuştu. Naaşı Cizre'ye getirilmiş ve şimdiki Cizre mezarlığında kendisine ait kubbesine gömülmüştü.
Mustafa Paşanın şöhretinden ve haksızlıklarından dolayı kendisine Mısto-i Miri diyerek onu küçültüyorlardı.
Mustafa Paşa İstanbul'da
Sultan İkinci Abdülhamid Han, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Hamidiye Alayları teşkil etmek için Doğudaki bütün aşiretleri İstanbul'a çağırmıştı. Mustafa Paşa kendisi gibi iri yarı beş yüz adamıyla birlikte yola çıkarak, üç aylık bir yolculuktan sonra İstanbul'a geldi. Akıllı ve zeki bir adam olan Mustafa Paşa Sultan Abdülhamid Hanın tertiplediği resmî geçitten adamlarıyla birlikte heybetle geçti.Sultan bunlara bir ziyafet verilmesini emretti.
Cizre Miran aşiretinin bu yiğit temsilcilerine bir yemek verildi. Padişah da bunları seyretti. Mustafa Paşa adamlarına çatal kaşık kullanmadan yemelerini, bütün tabakları ter temiz sıyırmalarını emretmişti. Adamlar kollarını sıvayıp, tabaklarda hiçbir şey bırakmadan yemekleri yiyip bitirdiler. Bu manzarayı seyreden Sultan İkinci Abdülhamid Han, Mustafa Paşaya 48. Hamidiye Alayı paşalık rütbe, berat ve nişanlarını taktırdı ve çok geniş selâhiyetler vererek emrinde üç alay kurmasını ferman etti.
Mustafa Paşanın okuma-yazması yoktu. Yanında daima bir kâtibi bulunurdu. Doğrudan İstanbul'a padişaha bağlı olup, askerî yönden de Erzincan'daki müşîrin emrindeydi.
Bugün Cizre'de kendi adıyla anılan Hamidiye kışlasını yaptırmıştı. Padişah bu iş için büyük yardımlar göndermişti. Her ay asker başına bir kese altın gelirdi. Padişah Mustafa Paşaya geniş selâhiyetler tanımıştır. Bu yüzden zulümleri olduğu zaman Üstad kendisini şiddetle ikaz ediyordu. Hazırladığı münazarada ise bütün âlimlerini mağlûp etmişti.
Yazın Van'ın yaylâlarına gider, kışın da mühim işler esnasında Hamidiye kışlasında bulunurdu. Herhangi bir sefer gerektiği zaman, emrinde bulunan üç alayı toplar ve hareket ederdi. Bir seferinde Osmanlı devleti tarafından, Irak'ta bulunan Hevler isyanını bastırmaya gönderilmişti. İngilizler burada Osmanlıları yıkmak için faaliyet gösteriyorlardı.
Mustafa Paşa vurulduğu zaman, İbrahim, Abdülkerim, Naif, Şelaş ve Berces adlarında beş tane oğlu vardı. Bunlardan İbrahim Bey çok sinirliği olduğundan, Mustafa Paşanın yerine, bütün aşiretlerin destek ve reyleriyle ikinci oğlu Abdülkerim Bey seçildi. Durum İstanbul'a bildirildi ve müsbet cevap geldi. l9l2'de Cizre aşiret alayları Balkan Savaşına katılmak için derhal İstanbul'a hareket ettiler.
Yüz kişiye bedel
Abdülkerim Bey, Tayan, Kiçan, Müsareşan, Hirkan, Düderen ve Miran aşiretlerinin ne kadar asker çıkaracaklarını tesbit ettirmişti. Her aşiret ne kadar askerle iştirak edeceğini bildirmişti. Meselâ Tayan aşiretinden Reşid Muheme adında bir ağa, yüz süvari getirebileceğini söylemişti. Bütün aşiretler bir yerde toplanıp, üç alay ve diğer süvarileri bekliyorlardı. Reşid Muheme yalnız geldi. Abdülkerim Bey yüz süvarisinin nerede olduğunu sorduğu zaman, "Benim yüz kişiye bedel olduğumu aşiretler, kabul ederlerse savaşa gideceğim. Eğer kabul etmezlerse, size hemen yüz süvari getireceğim" dedi. Abdülkerim Beyin aşiretlere sorması üzerine, onu yüz kişiye bedel olarak kabul ettiklerini söylediler. Reşid Muheme'nin rütbesi yüzbaşıydı. Aşiret askerleri Balkan Savaşına katılmak için İstanbul'a, oradan da Uzunköprü'ye geldiler. Düşman askerlerinin yemekte olduğunu gördüler. Kumandana "Biz buraya savaşa geldik, hemen savaşa devam etmek istiyoruz" dediler. Komutan, "Yemek esnasında savaş olmaz" diyerek, bunun kaidelere aykırı olacağını söyledi. Fakat Cizre alayları bu emri dinlemeyerek, düşmana hücum ettiler. Reşid Muheme Uzunköprü başına atını bağlayıp, askerlere "Düşmanı üzerime doğru sürünüz" diye emir verdi.
Üzerine gelen düşman askerlerini öldürmeye başladı. Nihayet başı ve elbisesi kanlar içinde, on üç düşmanı öldürüp, on üçünün de mavzer ve tüfeklerini boynuna attı. Bu esnada karşı taraftan gelen bir bomba, seyis ve hizmetçisine isabet ederek parçalandığında çok üzüldü ve kızgınlığından savaşı daha da hızlandırdı. Sonunda büyük bir zafer kazandı. Bu muzaffer gazileri Edirneliler çiçek ve gül yağdırarak, alkışlarla karşıladılar. İstanbul'da da halk bu gazileri sokaklarda çiçek, gül ve şekerlemelerle karşıladılar.
Mustafa Paşanın oğlu Abdülkerim Bey, Hamidiye kaymakamlığını da yaptı. l9l6 senesinde askerlerini Cizre'de Bani Hanı mevkiinde hazırladı. Erzincan'daki müşirlik tarafından verilen emirde, Ruslara karşı yapılacak savaşa gidecekken, orada vefat etti. Cizre alayları onu hemen defnettiler ve seferi iptal etmeyerek, Mustafa Paşa'nın birinci oğlu olan İbrahim Beyi yerine geçirip, hareket ettiler.[1]