MİLASLI HALİL İBRAHİM
(l897-l956)
Çiseleyen bahar yağmurunun altında, Milas kabristanında bir hakikat kahramanının temiz ruhuna dualar okuyorduk. Ay-yıldızlı mezar taşı kitabesinde bu şair ve âlim zatın, Hak yolunun yolcusu oluşunun da ifadelerini bulmuştuk:
"Arz-u hâl için sultana geldim
Sâilim, lütf-u ihsana geldim
Bildim ki varlık perdedir Hakka
Ref edip âni cânana geldim."
l897 yılında dünyaya gelen Halil İbrahim Çöllüoğlu, l Temmuz l956'da Allah'ın rahmetine kavuşmuştu.
Nur risalelerinin, Lem'alar, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Kastamonu Lâhikası ve Emirdağ Lâhikaları'nda şiirleri yazıları bulunmaktadır.
İsmi ile müsemmâ olarak kardeşlik ve dostluk mesleğinin mensubu olan bu zâtı Üstad, Emirdağ mektuplarında şöyle ifade etmektedir:
Demir gibi metin ve sarsılmaz
"Milâslı Halil ibrahim, hakikaten Risale-i Nur'un demir gibi metin ve sarsılmaz bir şakirdidir. O kasaba onunla iftihar etmeli."
Milâs'ta dedelerinden kalma tarihî Çöllüoğlu hanında hancılık ve otelcilik yapan Halil ibrahim Çöllüoğlu, şarklı bir Nur talebesi vasıtasıyla Üstadı ve Nur'ları tanımıştı. Mustafa Ezener, Ahmed Feyzi Kul ve çeşitli kimselere Nur'ları ve Üstadı tanıtıyordu.
Ahmed Feyzi Kul Nur'ları tanıdıktan sonra Üstada yazdığı mektubun altını "Aydın müftüsü" diye imzalamıştı. Bu yüzden Eskişehir hapsinde Nur'lardan haberi olmayan, Üstadla alâka ve görüşmesi olmayan Aydın Müftüsü Mustafa Efendiyi de tevkif etmişler. Barla Lâhikası'nda "Her an ayaklarının altını öpmek ateşiyle mütehassır ve nâlan, ahkar-ı mahlûkat: Ahmed Feyzi" diye imzasını atan Ahmed Feyzi Kul'un bu mektubunu Üstad şöyle takdim etmektedir:
"Yeni mühim bir kardeşimiz müftü Ahmed Feyzi Efendinin fıkrasıdır.
"Bu fıkra çendan şahsıma bakıyor. O zat şahsımı görmemiş, dellâllığım eseri olan risaleleri gördüğünden, haddimden pek çok fazla olan sena ve medhi, risalelere ve esrar-ı Kur'ân'a ait olduğu için kabul ettim."
***
Halil İbrahim Çöllüoğlu'nun evinde hanımı Naciye Çöllüoğlu'nu ziyaret ettiğimde, zengin kitaplarını ve kendi el yazması şiirlerini yazdığı hatıra defterini bulmuştum. Hatıra defterinde gün gün Eskişehir hapsini ve hadiseyi anlatmaktadır. Emekli yüzbaşı Refet Barutçu'dan dinlediğim, Isparta köylerinde "Ramazan'a aittir" diye Ramazan Risalesi'nin üzerinde yazdığından dolayı Ramazan isimli, hiçbir şeyden habersiz bir köylü vatandaşın da tevkif edilerek Eskişehir'e götürüldüğünü, Çöllüoğlu'nun manzum hatıralarında okumaktayız.
Bu elli yıldır hiç el sürülmemiş hatıra defteri, Naciye Çöllüoğlu Hanımın muhafazasında ve Bircan Çelik'in gayretleriyle bize intikal etti.
Defterden l9 Ağustos l935 tarihi taşıyan sayfa "çok büyük bir musibet olan vâkanın küçük bir hatırası" başlığını taşımaktadır.
Bu acı günlerin hatırasını birlikte okuyalım:
Babamızdan kalma bir eski handa
Hancılık işlerdim çoktan beri o zamanda.
Bakardım kendi halime, hiç kimsenin işine karışmazdım
Hem ibadet, bazan mütalâa, hem de geçinmek için çalışırdım.
Severdim bu işleri, zira misafire bakmak hoştur diye
Gerçi ücretle kabul edersem de, bu o zamanda meşrudur diye.
Hesabımca hanın bir kısmını ayırmıştım, garip yoksuzlara
Ücret almazdım, muavenet ettiğim de olurdu öksüzlere.
Hayatımda birçok musibetlere kaldım maruz
Bu hepsinden zor geldi, nâçar ona da gerdim göğüs.
Pederimin vefatında dört yaşlarında kaldım yetim.
O zamandır akıyordu gözyaşlarım düm düm.
Uzatmayalım macerayı, 935 senesi, o günkü 26 Nisan'dı
İkindi namazını edadan sonra Belen Camiinde biraz kaldımdı.
Dışardan geliyordu birkaç ayak sesi
Meğer benim camide olduğumu haber almış hükûmetin polisi
Nihayet girdi içeri bir bekçi ile bir polis
Dediler: "Seni istiyor komiser, yürü tiz"
Kalktım camiden, hana uğramadan polisle yürüdüm
Boduroğlu mağazasının önünde komiseri gördüm.
Dedi: "Haydi bakalım, bir tarafa gideceğiz
Bu iş için sizin evi taharrî edeceğiz."
Yürüdük iki polis, biri komiser, iki de mahalleden âzâ
İşte ondan itibaren gösterdi kendini kader-i İlâhî olan kaza.
Vardık eve, girdik içeri, başladılar, her tarafı arıyorlar
Evdekiler telâş ve havfla, bana "Bu nedir?" diyorlar.
Aradıkları benden, Bediüzzaman Hazretlerinin risaleleri imiş
Zaten gizli olmayan risaleleri bulunca dediler: "Gerisi nerede?" Bu ne iş?
Komiserin istihza ile yüzü gülmüştü
Çünkü yakalamıştı güya mücrimi.
Aldılar risaleleri, beni de götürdüler polis dairesine
Dinle artık, sen komser Besim'in hailesine.
Dinlememek elde mi, çünkü kabahat çok büyük imiş
Bilmiyordum, kitap ve dinî risale okumak kabahatmış.
Kendimden geçmiş bir vaziyette düşünüyordum bir nice
O halde alaturka saat altı olmuştu gece.
Komiser Besim'in ağzından zehir çıkıyordu
Mücrim yakalamış gibi dişleri gıcırdıyordu.
Mümkün olsa da komsere sormuş olsaydım
"Bu hükûmetin tesisinde hizmetin nedir?" deseydim
Mutlaka vereceği cevapta epeyce düşünecekti
Onu bırak şimdi, o seni hesaba çekecekti.
Lâkin birinci komser olan o âlicenap zat
Dedi ki: "Müteessir olma Halil, hadi git yat."
Zira beni bekliyordu hısım, akraba ve evdeki bacı
Dediler: "Nedir bu hal? Nedir bu olan? Nedir bu acı?"
Dedim ki: "Bu bir kader-i İlâhîdir eyliyor tecellî
Hem su-i niyetim yok, ehemmiyetsizdir" diye ettim tesellî.
Ne ise, uzatmayalım, çarşıya çıktım sabaha
Bir de baktım, karşıdan geliyor polis Mustafa.
Dedi: "Seni istiyorlar, haydi gidelim"
Peki, komiser haydut yakalamış, n'delim?
Tekrar orada bizden ifade alındı
Mektupda ismi geçen arkadaşlar da yakalandı.
Zavallıların her birerleri işlerinden getirildiler
Onlar da neye uğradıklarını bilemediler.
Lâkin beni görünce sövmek istediler
Halbuki konuşmaktan da memnu idiler.
Artık komiser her birinin ifadesini alıyordu
"Siz de bu işlere medhaldarsınız" diyordu.
Onların kabahatı bir selâmdan ibaretti
Cürümleri Üstada gaibane bir hürmetti.
Uğraştılar üç gündüz iki gece ifadelerle
Müdde-i umumî valiye haber veriyordu ilâvelerle.
Telefonla diyordu "Biz neler yakaladık neler?"
Her tarafa veriyordu mübalâğalı şifreler.
Verildi istintaka o gün yirmi sekiz Nisan
Hayat buldukça neler görüyor insan?
Tekrar ifadelerimizi aldı mustantık dairesi
Tehdit ediyor, "Cezanız bu değil, daha var gerisi".
Dört gün hapishanede kaldık hep beraber
Halâsımızı niyet ediyorduk büyük yerden.
Milas hapishanesinde bir ikindi vaktiydi
Gardiyan Emin Efendi çağırdı, bizlere dedi:
"Eşya ve para lâzım olur, yanınıza alın
Sizi sevk edecekler hazırlanın."
Tepeden inme gülle gibi bu söz karşısında
Alacağımızı aldık, alamadığımızı havale ettik Milâs çarşısında.
Geldi jandarma kumandanı, bizlere bakıyordu
"Karakol kumandanına büyük bir zincir lâzım" diyordu.
Bizler zaten mutî, boynu bükük, o devamla
Gardiyan Emin dedi: "Bunlar namuslu insan, olmaz böyle".
Nihayet gece otomobille sevk edilmemizi verdi emir
Her birimiz telâş ve havf içinde olduk demir.
Hısım, akraba, evlâd, iyalimizle vedalaştık
Firkatten kopan bir heyecanla çok ağlaştık.
Müsaade edildi, geldi ahbab, yaran
Bazısı korkudan gelmediler, lâkin ettiler feveran.
O gece durmadan geldik Aydın'a
Meğer Aydın denilen yerde koydular zindana.
Güçle oradan buldurduk bir otomobil
Geldik Nazilli'ye, o gece orada kaldık bil.
Doğrudan doğruya varmak üzere Isparta'ya
Bir otomobil tuttuk belki ucuzdur diye.
Hep beraber Nazilli'den hareketle Denizli'ye geldik
Hapishanede misafirkaldık, biraz dinlendik.
Tesellî ettiler hapishanede misafirperver arkadaşlar
Diyorlar: "Bizim gibi olmayın, bunlar ehemmiyetsiz şeyler."
Ramazan isminde olan mahkûmlardan birisi
Bize çok hürmet gösterdi, mahcub etti doğrusu.
Denizli'den mektup yazdım gönderdim
Hareketimizi ve müteessir olmamalarını bildirdim.
Sabah otomobile bindik, hareket ettik Isparta'ya
Lâkin jandarmalardan yiyorduk sıpartaya.
Diyorlardı: "Nenize lâzım? kılsaydınız beş vakit namaz
Eğer dek durmuş olsaydınız kimse size karışmaz."
Halbuki biz birşeye karışmamıştık
Lâkin bu derdimizi kimlere anlatırdık.
Adeta Müslümanca hareketten arkadaşlar korkuyorlardı
Zira l63. madde "dinî hassiyatı teşvik etmek" diyordu.
Kime ne teşvik edilecek, bilmem ne var ortada
Bilmediğimiz bir musibet karşısında yüreğimiz korkuda.
Teşvik etmek şöyle dursun, hakkını müdafadan âciz bizler
Hiçbir suçumuz yok, lâkin ne olacağımız meçhul, ciğeriniz sızlar.
Cuma günü Isparta'ya geldik Denizli'den hareketle
Meğer Isparta hapishanesinde varmış bizim gibi bir kitle.
Onlardan ilk tanıdığım Asım Bey isminde sahib-i irfan
Ne çare, zavallıyı Isparta'ya vermiştik kurban.
Sonradan Hüsrev ve Rüştü isminde efendiler
Keçeci Mustafa, mahdumu ve Hafız Ahmed, daha kimler.
Dahî saatçı Lütfü ve yüzbaşı Refet
Hem bizi tesellî ediyorlar, hem diyorlar: "Nedir bu âfet?"
Kısa keselim, etraftan daha toplamışlar sonradan
Risale-i Nur'un kahraman talebelerinden Milâslı Halil İbrahim Çöllüoğlu, l943 yılında Üstadıyla birlikte Denizli Yusufiye medresesinde dokuz ay kalmıştı.
Taşköprülü Sadık Bey'in Ilgaz ormanlarının yem yeşil bir köyündeki evinde Halil İbrahim'in şu satırlarını bulup okumuştuk:
"Aziz sıddık kardeşlerim,
"İstedim ki siz üç yerde bulunan kardeşlerim, müttefikan üç-dört gün evvel müdafaa etmemek ve işi sürüncemede koymamak için karar vermişsiniz. Çünkü mahkeme bildiğini işliyor. Yalnız Ankara ehl-i vukufunun tasdiki vechile, 'Suçumuz yok, beraatımızı isteriz' diye bir ağızdan söylemek ve icab ederse 'üstadımızın müdafaası umumuza kâfidir' denilse daha iyidir. Yoksa İnebolu ve başkaların istedikleri gibi Hususî müdafaalar iyidir diye karar veriniz. Zaten Ankara'ya gönderilen müdafaalar burada resmen verilmemiştir. Yalnız bir-iki parça verilmiş. Şimdi az bir parça ilâve ile yeni harfle yanımda bulunan bir nüshayı umumunuz namına verilse ve okunması teklif edilse münasip midir? Eğer münasip görürseniz yeniden ilâve edilecek cümleler hem gayet kısa, hem yeni vaziyeti değiştirecek tarzda size bırakıyorum. Müdafaamın başında bir parça istida vardı. Onu tevzi ve ıslah için İhsan'a ve Ahmed Feyzi'ye ve Âtıf'a ehl-i vukuf raporu cevabını havi bir defterimle gönderdim. Onu onunla tekmil ve ıslah ettik.
"Umum Ispartalılar, bütün arkadaşlar Üstadımızın müdafaasını kabul ettiler."
Halil İbrahim
Ulu Cami imamı ve aşçı Hüseyin Usta Antalya'dan.
Beşinci günü Dahiliye Vekilinin geldiğini söylediler
"Refakatında yüz kadar jandarma varmış" dediler.
Vardı hapishanede Milâslı Abdurrahman
"Merak etmeyin" diye tesellî ederdi bizi her an.
Münafıklar hükûmete ihbar etmişler
Bizleri mürteci diye ihbar etmişler.
Daima niyazımız hasbünallah ve ni'mel vekil
Yâ Rabbenâ, bizleri âli eyle, eyleme zelil.
Hapishanede arkadaşlar gazete almışlar
Hakkımızda tezvirle neler neler yazmışlar.
Milâs muhbirlerinden Nihad isminde bir efendi
"Memlekette irtica var" demekle güya yüze çıkmış kendi.
Lâkin Milâs'ı temsil eden hükûmetin emniyetli erleri
Derhal takip ettiler o iki gözü körleri.
Tedkik etti vâkıayı içişleri bakanı
Demiş ki: "Ayıp etmişler, nerde mürtece hani?"
Mürtecinin mânâsını anlamayanlara demiş
Mesele zapt vak'asından ibaretmiş.
Lâkin bundan tabiî yok bizim haberimiz
Gece gündüz derinleşiyor kederimiz.
Ne de olsa emir vermiş alâkadarlara
Sevk edin bu masum fedakârlara.
Isparta hapishane müdürü âni olarak
Dedi: "Hazır olun, size burada durmamak gerek."
Pür telâş heyecanla eşyalarımızı bağladık
Akıbetimiz meçhul, gideceğimiz yeri anlamadık.
İkişer ikişer ellerimize vuruldu kelepçe
Akıl gitti, fikir perişan, her birimiz bir nice.
Benim kelepçe arkadaşı Ramazan isminde biri
Meğer o köylünün hiçbir şeyden yokmuş haberi.
Yalnız o fakirin ismi Ramazan imiş
Cürmü de Ramazan isminde bir risale varmış.
Isparta'dan hareketimizde otuz iki kişi idik hepimiz
Yüzden fazla jandarma süngüleri arasında, gitti bizden bet beniz.
Otomobille sevk edilirken çok acıklı vaziyetimizi
Görmek istemezdi, lâkin binlerce halk almıştı etrafımızı.
"İyi olmuş" diyen varsa da çoğu kan ağlıyor halkın
Çoluk çocuk ve aileler, parçalanıyor kalbi validelerin.
Hareket etti otomobil, ağzımızı açmıyor bıçak
Her tarafı kapalı, hava almak için bırakmıyor, jandarmalar diyorlar "Yasak"
Yolda giderken jandarma kumandanı vicdanlı Ruhî Bey
Ellerimizi çözdü, dedi: "Korkmayın, ehemmiyetli değil."
Sanki bu sözüyle ellerimizi değil, çözmüştü kalbimizi
Diyordu: "Yakında kavuşacaksınız çoluk çocuğunuza."
Anladım ki henüz dünyada tükenmemiş iyi kalbli erler
Emsalinin teksir ve afiyette daim olmasını gönül diler.
Hak kendini memnun etsin, bizleri tesellî etti elhâsıl
Kıyas et, ölüme muntazırken bir haber ki hilâf-ı memul.
Saat kaçtı bilmem, gece Afyonkarahisar'a geldik
Hepimiz ve eşyalarımız otomobilden indirildik.
Süngülü jandarmalar arasında ikişer olduk
Yürüttüler şimendifere, eşyalarımızı da sırtımıza aldık.
Tren hareket etti sabah Eskişehir'de dediler: "İnin"
Lâilâhe illâ Ente Subhaneke innî küntü minezzalimin.
Yine etrafımızı ihata etti süngülü jandarmalar, askerler
Bizleri görenler diyorlar: "Bunlar mı mürteci?"
Halimizi görenler inanmıyorlar gözüne
Kalben tekzip ediyorlar muhbirlerin sözüne.
Yüksek ruhlu Ruhî Bey anlatıyor
Bizi bekleyen kumandanlara, "Yazık olmuş bunlara" diyor.
"Ankara'da dahi bildireceğim alâkadar makamlara
Yazık etmişler müfritler bu millete, bu adamlara."
İstasyondan yürüttüler, hapishaneye doğru belli
Her birimiz birer sınıf esnaf ve bazımız kelli felli.
Hapishane kanununca aranıldı eşyalar ve üzerlerimiz
Belki bir çakı bulunur, vak'a çıkarırız, onları üzeriz.
Hapisler sorgalmazlar, gardiyanlar çehreleri yıkık
Dehşetten dehşete insan olduğumuzdan bıktık.
Gönül yorgun, vücut bitkin bir halde düşünürken
Bir gardiyanla, bir efendi girdiler koğuşa selâm vermeden.
"Niçin oturuyorsunuz, kim var karşınızda?" diye etti tekdir
Derhal ayağa kalktık, meğer o hapishanede müdür imiş.
Nereli olduğumuzu ve kaç çocuk babası olduğumuzu sordu
Bu sualiyle yaralı kalbimize bir ok da o vurdu.
Ertesi gün yatmıştım yorgunluktan
İçeride fotoğrafçıyla müdürü gördük aralıktan.
Dediler: "Dörder dörder fotoğrafınız alınacak"
Bir dehşet daha aldı bizi, acaba bu ne olacak?
İtidal ile karşılıyoruz gerçi zahiren
Molla Mehmed dedi: "Bu iyi bir iş değil galiben."
Fotoğrafçı çekti gitti resimleri
Müdür geldi, ertesi gün yazdı arkasına isimleri.
Aldılar, götürdüler resimleri bilmem nereye
Galiba dediler merkez-i hükûmet Ankara'ya.
Ne ise, daha etraftan gelen çok oldu
Hepimiz yekûnu kırka bâliğ oldu.
Muallim Galib Beyle, Şefik Bey gelmişti bir gün
Gelenler çoğaldıkça örülüyordu yüreğimiz düğüm.
Tığlı oğlu Hakkı mektup yazmıştı Eğridir'den
Mektubunda demiş: "Sana gönderdim dinî risalelerden."
Hıfz etmiştim mektubu, zira yoktu su-i niyetim
Meğer hüsn-ü niyetten bazan tevellüd edermiş mesele-i vahîm.
Lâkin adalet-i İlahî tecellî eyler, eylersem sabır
Bizler böyle birşey görmediğimizden eyliyorduk tehur.
Barla'dan vardı Hafız Tevfik'le kardeşi Mesud
Mesud men-i mahkeme edildi, Tevfik kaldı meskud.
Vardı bir de içimizde kürt Bekir
Der idi daima: "Alah versin akıl, fikir."
Eğridir'den vardı bir de Hafız Mustafa
Hakka teslim olmuş, görürdüm daima pürsefa.
O günden beri yatıyoruız, hâlâ netice belli değil
Yâ Rabbenâ hasbünallahu ve nimelvekil.
Gerçi eskisine nisbetle işimiz biraz hafiflemişti
Kırktan yirmi arkadaş men-i mahkeme edilmişti.
Ne de olsa var idi bizlerde bir heyecan, bir havf
Yâ Hafiyye'l-Eltaf, neccinâ mimmâ nehaf.
Yâ Rabbenâ afveyle kusurumuzu, bizleri eyleme nâlân
Sevgili Habîbin hakkı için eyleme günahımızla kısas.
Bizler günahkâr mücrimiz, hem de müflisiz
Lâkin afv merhametin yanında günahımız pek değersiz.
Yâ Rabbî, bizden kulluğuna şâyan olan ef'al sudur eyle
Yâ Rabbî, Senden Senin şanına lâyık olan ahval sudur eyle.
Furkân-ı Mübînde buyurdun "Vesiat rahmetî"
Haberde geldi "Sebekat rahmetî alâ gadabî"
Bundan anladı Halil ibrahim derya-yı rahmetini
Bîperva ilticaya geldi, göster Lâtif ismi şerifinle merhametini.
Rahmet deryasından Lâtif isminin tecellîsini dileyen Halil İbrahim Çöllüoğlu'nun manzum hatırasının l Temmuz l935 tarihini taşıyan mısraları burada sona ermektedir.
Eskişehir mahkemesinin kararı bilâhare verilecekti. Çöllüoğlu'nun l9 Ağustos l935 tarihini taşıyan satırları ise mahkeme kararından sonra yazılmıştı. Acı günün intibalarını Halil İbrahim Çöllüoğlu şöyle ifade etmektedir:
İşte günlerden bir gündü, çağırdılar bize beşer kişi
Alelusûl sordular ismimiz, anladık işi.
Mahkememiz olacağını söylediler on üç Ağustos
Sabırsızlıkla değil, teheyyüçle o günü bekliyor herkes.
O gün sabah mahkemesinde, öyleye kadar sordular
Öğleden sonra usûlen ifadeleri dinlediler.
"Müdafaanızı yapmak için şimdi gelin" dediler
"Ayın on dördünde mahkemeye gelirsiniz hep beraber."
Ertesi gün oldu, iki jandarma süngüleri arasında
Vardık mahkemeye hepimiz maznun sırasında.
Arkamızda süngülü jandarmalar, önümüzde ağır ceza mahkemesi
Dinliyordu güya her birimizin müdafaasını.
Öyle bir mahkemedeyiz ki tarihte emsalsiz bulunur
Bin senede ancak bir âleme nasip olur.
Gerek ifadeler, gerek mahkeme gizli oluyordu
Heyet-i hakime hürmetkârane bulunuyordu.
Suçumuz ise kimi kitap okumak, kimi ziyaret, kimi selâm
Bunların cürüm olmadığını isbat ediyor Bediüzzaman.
Diyordu "Siyasetten çekildim on üç senedir
Siyasetle ne alâkası var kitablarımın, bu yapılan nedir?
Risalelerimin her bireri yüzer keşfiyat-ı maneviyedir
Bunları bir Avrupalı yazsaydı mücâzat yerine edilirdi takdir.
Bir akademi heyeti bütün kitaplarımı tedkik etsin
Var ise siyasî bir kelime, burdayım, muhalif desin.
Madem ki hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir
Madem hükûmet ise cumhuriyetin en geniş şeklini kabul etmiştir.
Madem ki hükûmet, dini dünyadan tefrik edip, bîtaraftır
Dinsizlere dinsizliklerinden ilişmediği gibi, dindarlara ilişmemek gerektir.
Hükûmeti iğfal eden bazı dinsiz komiteler
Dindarlara takmak için iki kulp tutuyor o eller.
İnkâr edilemez ki kâinatta dinsizler ve dindar
Âdem zamanından tâ kıyamete kadar var.
Kur'ân-ı Hakimin âyat-ı kat'iyesiyle bin üç yüz senedir milyonlar tefsirler
"Lizzekeri mislü hazzi'l ünseyeyn" ve "Veliümmühüs südüs" hakaik-ı kudsiyelerde
Otuz seneden beri Avrupa feylesoflarının itiraz ve tecavüzü
Yaptığım müdafat-ı ilmiyemi, nasıl denir muhaliftir.
Beni itham etmek öyle zahir bir garaz ve öyle vehim esassızdır
Halkı hükûmet aleyhine teşvik mânasını veren hangi insafsızdır?
İyi hasletlerin menşei ve menbaı olan iman asayişi temin eder
İmansızlık kitle-i seciyesizlikle emniyeti ihlâl eder.
Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeden ve imanın en yüksek erkân-ı azimesinden bahseder
Böyle mesail-i kudsiyeden yalnız şeytanlar tevehhüm eder.
Risale-i Nur Kur'ân-ı Hakimle bağlanmış bir âb-ı hayattır
Kur'ân ise arzı arşa bağlayan cazibe-i umumiye gibi hakikattır.
Bu hükûmeti dinsizlik cereyanlarına meydan vermeyen bir hükûmet-i İslâmiye biliyorum
Beni 'Dini siyasete âlet ediyor' diyenlere 'Siz siyaseti dinsizliğe âlet ediyorsunuz' diyorum.
Ben hakaik-i kudsiye-i imaniyeyi Avrupa feylesoflarına müdafaa ediyorum.
Dahile bakmıyorum, dahildeki kusura Avrupa'nın hatasıdır diyorum
Bizi hayrette bırakan 'Cemiyet ve teşkilât için nerden para alıyorsunuz?' diyorlar.
Evvelâ ben soranlara soruyorum: 'Böyle bir cemiyetin bizim tarafımızdan vücuduna hangi emare var?'
Başımıza Menemen hadise-i vak'asının bir mevhum taklidini geçirdiler
Hem masum millete, hem hükûmete büyük zarar verdirdiler.
Hedefimiz siyaset ve dünya olsaydı, o vakit l20 risalenin 20 noktası yerine binler medar-ı tenkit bulunurdu muhalif.
Bin siyasetim olsa hakaik-ı imâniyeye feda ediyorum
Lüzumsuz şeylere, tenezzül etmem, mukaddesata yemin ediyorum
Düşman bir ecnebinin müdhiş bir adamı bir memlekete gelse onunla temas eden muaheze edilir mi? Bu millete hizmet edenle dostluk gösteren.
Hangi maslahata istinaden hangi fikirle? Hakikaten bilmiyorum.
Benimle görüşen dost olan müttehimse size ilân ediyorlar.
Hükûmetin en sadık meb'us ve vükelâsından binlerce dostum var.
Dostluğumla itham olanlardan daha ziyade dost ve münasebettar."
Hoca Efendinin bunun gibi ifadesi daha çok, istersen okumak için ara da bul oğul.
İşte deliller yerli yerinde, hep mundefi yahu cevamiu'l-kelâm
Gerçi alelusûl nezaketle dinlendi ifadeler, bütün hakkınızdaki karar l9 Ağustos 935 verilecektir o gün.
Suçumuz anasır-ı cürmiye erkânına gayri cami bulunmakla
Kable'l-muhakeme verilmiş kararı, söz yerini bulmuş olmakla.
65. madde delâletiyle l63. maddeye tevfikan
Altışar ay mahkûm edildik reddedildi iddiamız tamamen.
Diğer arkadaşlar kimi inkâr, kimi ikrar ettiler
Lâkin faide vermedi, hepimizi mahkûm ettiler.
Hattâ üç kişinin vardı bir dâvâ vekili
Hiç fayda temin etmedi, verdiler yüz elli papeli.
Eskişehir mahkemesinde altı aya mahkûm olan Halil İbrahim Çöllüoğlu, hapisten tahliyesine altı ay kala, l935'in Eylül ayında da "Eskişehir hapishanesinde çıkmama kırk bir gün kalınca karalanmış bir buçuk satır" başlığı altında şu mısralarla şöyle dertleniyordu:
"Bugün ruhta sükûnet, tende huşunet var
Bilmem hasta mıyım, yoksa yine firkat mı var?
Beytimin ifade ettiği gibi, Üstaddan ayrılacağımı hatırladıkça firkatten gelen ses:
Daha kırk bir gün varken şimdiden başladı
Düşündükçe firkat ateşi ciğerimi haşladı.
Ah Üstadım, birşey daha var ki, aklıma geliyor
Yalnız kalacağınızı düşündükçe yüreğimi deliyor.
Gerçi şiir yazmaktan men edilmişken ben
Ateş-i hicranla kalbimi edemem teskin, neler desem.
Bilirim avf buyurursun bütün hatîamı
Sanki gözlerim göstermiyor kalbimin ifadatını.
İştirak ediyor işte benim gönlüm gibi güya
Benimle mahzun hemdert oldu cevv-i sema.
Ağlasam değil, gözyaşlarımdan seller aksa
Hicranımı tarif edemez bütün kalemler yazsa.
Süleyman Efendi demişti Mevlid-i Nebevîde dilinden bırakın
Gerçi zahiren cennetteyim, lâkin manen yaktı beni firakın.
Ben de gerçi hapis içinde nirandeyim
Yaklaştıkça ayrılık firkatınla gün be gün hicrandayım.
Hiç olmazsa isterdim beraber geçirmek daha üç ay
Yahut mümkün olsaydı cezayı paylaşmak bu da muhal.
Halil muhal olan şeyi söylemede ne kâr var?
Sen derdine yan, ağla, figan et zâr zâr.
Bugünleri çok arayacağımı kalbim ediyor tasdik
Acaba Üstadım, bu ayrılık devam eder mi mahşere dek?
Selâmetle Hak nasip etmez mi, acaba göstermez mi bir dahi?
Yoksa bu hasret devam edecek mi uzun böyle yâ ahi?
Memleketten çıkarken duymuştum bir türlü firkat
Sevinmem lâzım gelirken şimdi tam aksi zuhur etti, unuttum o hasreti.
Anlaşılmaz muamma Hakkın tecellîsi, tehayyir kaldım
Bu bahrin mevcindeki hikmetin hallini yine kendine saldım.
Bahr-i hakikatten kanmadı atşan olan yüreğim
Rabbim muzaffer kılsın, muîni olsun, budur benim dileğim.
Ne mutlu o kese ki mevcelendikçe Rahmanın bahri
Sefine-i necatta bulunur boyanırlar feyzi, nuru.
Bâri bizi unutmasalar tekaddur ettikçe feyz-i bârân
Hatırlayın bu fakiri mevcelendikçe feyz-i Rahman.
Sahib ol bu günahkâra yâ sahib-i Kemâl
Hem imdadıma yetiş, nazar kıl, daima bulmayım zeval.
Bahr-i hakikatta nam-nişan istemem. Hakkın rızası kâfi
Var olsun Üstadım, himmeti daim olsun yâ Bâki.
Yâ Bâkî Entel Bâkî
935 Eylül Halil İbrahim
Üstad Milaslı İbrahim'i müdafaa ediyor
Eskişehir mahkemesinde Üstad Bediüzzaman, Milâslı Halil İbrahim'i şöyle müdafaa ediyordu:
"Hem ezcümle Milâslı Halil İbrahim. Bu adam altı-yedi sene evvel benim eski memleketli bir talebem vasıtasıyla bana karşı bir dostluk hissetmiş. Sonra bu üç-dört sene evvel kendi işi için Eğirdir'e gelip Barla'da beni gördü. Hafız Bey ve Hacı Hüsnü gibi meb'uslara verdiğim ve gösterdiğim risalelerimden bir-iki tanesini vermiştim.
"Sonra bu adam Kur'ân'a ve imana fazla iştiyakı olduğundan, musırrane benden imanî eserler isteye isteye ve her bir fırsatta bana selâm ve tebrik mektupları samimî gönderdiğinden dayanamadım. Kendime mahsus yazdırdığım risaleleri ona göndermeye mecbur oldum. Fakat başkalarına göstermemek için üzerlerine 'Mahremdir' diye yazıyordum. Hattâ bir mektubunda onun ısrarına karşı kandırmak için 'Çok yerden benden risaleler istiyorlar, yazacak adamım yok. Bekir sizi tercih edip gönderdi.' Bu mektup da onun ısrarı üzerine bir kandırmaktan ibarettir. Şimdi ben kendi vicdanımla bu zatta iman ve Kur'ân'a karşı iştiyaktan başka bir his bulamadığını ve benim gibi siyasetle hiç alâkası olmadığını ve benim mesleğimden hariç entrikalara kapılmadığını kanaatım geldiğinden, onu da hususî kardaş telâkkî ettim. Kendime has yazılarımı ona da gönderdim.
"İşte on sene zarfında Halil İbrahim gibi iki-üç dostuma hususî ve imanî risalelerimi göndermek elbette, hiçbir cihetle itiraz olamaz. Tesettür risalesi ise yanlışlıkla ona gitmiştir. Mesmuatıma göre, 'Onuncu Söz'ün şopoğrafla yazılmış tetimmesini 'Onuncu Söz' ile beraber yedi sene evvel hanına gelen bir yolcudan almıştır. işte bu adamın benim hakkında tesbit edilmeyen suçumdan ona hakikî birsuç ifraz edip ve onun suçundan İnce Mehmed gibi bazı adamlara hisse çıkarmak, elbette Eskişehir mahkemesi gibi kuvvetli hüsn-ü adaleti takip eden yüksek bir mahkeme bunu hoş görmez."
Mehmed İnce de arkadaşı Halil İbrahim Çöllüoğlu gibi Milâs'ın Hacı İlyas Mahallesinde oturuyordu. Her iki arkadaş, sekiz yıl sonra Üstadlarıyla birlikte Denizli Yusufiye medresesine de gireceklerdi.
Üstad, Mehmet İnce'yi müdafaa ediyor
Buğday işleriyle uğraşan Mehmed İnce'yi ise Üstadı şöyle müdafaa ediyordu:
"Benimle münasebeti Halil ibrahim'in güzel yazı ile yazılan bir mektubunun kâtibi kim ise, hattı hoşuma giderek gıyabî ona bir selâm göndermiştim. Hattâ bu tevkifhanede bir ay müddet gördüğüm halde kim olduğunu bilmedim. Münasebetimiz bu kadar. Dostane de selâmlaşmadık.
"Yalnız bu zat Halil İbrahim'e mahsus risalelerimi görmüş olabilir. Bu kadar az münasebetle çoluk ve çocuklarını perişan etmek ve üç aydır tevkifhanede sürünmek beni vicdanen çok muazzeb ediyor. Benim yüzümden böyle biçârelerin azap çekmesi bana çok ağır geliyor. Mahkemenin adaletinden isteriz ki: Böyleleri bir an evvel men-i mahkeme ile perişaniyetlerine hâtime verilsin."
l897 Milâs doğumlu olan Mehmed İnce l970 yılından sonra vefat etmişti.