Son Şahitler | Isparta Şâhitleri(I) | 3
(1-16)

SÜLEYMAN RÜŞTÜ ÇAKIN

 

l899 yılında Isparta'da doğan Süleyman Rüştü Çakın 1974 Temmuz'un yine Isparta'da vefat etmiştir.

 

Bediüzzaman'ın yakın talebelerindendi. 1935'de Eskişehir, 1943'de Denizli ve l958'de Ankara'da mevkuf bulundu. Eskişehir'de altı ay mevkufiyetten sonra tahliye olmuştu. Her taraflarının çok sıkı bir şekilde arandığı hapisten tahliye olurken, bazı masraflar için Üstad kendisine beş sarı altın vermişti. Süleyman Rüştü merhum bu altınların âdeta sarraftan yeni çıkmış gibi olduklarını anlatmıştı. Üstad kendisine "Bana para lâzım oluyor, bunları dışarıda bozdur" demiş.

Son günlerinde kendilerini ziyaret edip, resimlerini çekmiş, ellerini öpmüş ve anlattığı hatıralarını not almıştım. Bu notlarda şunları tesbit edebilmiştim:

Üstad vilâyetten Ankara'ya olan yazışmalarında "Paketleri Risale-i Nur yazılı kâğıtlara sarınız, Ankara'dakiler Eski Said'i tanırlar, benim ismimi bilirler, böylece, benim ismimi ve imzamı görünce merak saikasıyla Nur'ları okurlar" diyor.

 

"Isparta'ya niçin geldim?"

Üstad "Ben Isparta'ya niçin geldim?" diye soruyor ve kendisine şöyle cevap veriyor: "Benim siyasi maksadımı, içtimaî gayemi tahakkuk ettirecek birisi buradan çıkacaktır."

l935 yılında Eskişehir hapis ve mahkemesinden evvel, Üstad Cuma namazı için dışarıya çıkınca binlerce insan sokaklara dökülmüş. Vali ve idareciler telâş etmiş. Bu sırada "Onuncu Söz"ü de Valinin masasına bırakmışlardı."Bediüzzaman ve talebeleri harekete geçtiler, vilâyeti bastılar" diye Ankara'ya bildirilmiş. Eskişehir hadisesi böylece patlak vermiş.

Isparta Vergi Tahakkuk Müdürü olarak vazifede bulunan Süleyman Rüştü Çakın'ı "Yirmi Yedinci Lem'a," Eskişehir müdafaanamesinde Üstad şöyle müdafaa ediyordu:

"Vâridat kâtibi Rüştü: "Ezcümle, bu masumlar içinde, Vâridat Kâtibi Rüştü, gençler içinde istikamet ve namusla mümtaz ve vazifesinde işgüzar, hiçbir su-i ahlâkı görünmeyen bir zattır. Ben Isparta'ya getirildiğim vakit, gelip benim gibi garip bir adamın sobasını yakmak, suyunu getirmek, yemeğini pişirmek gibi hususî işlerimi Allah için yapmış. Bu zatın vazifesi vakit bırakmıyor ki, başka bir hizmette bulunsun. Yalnız akşamdan akşama bu hizmeti yapıyordu. Bu zatı mertlik ve misafirperverlik noktasında âli bir seciyede gördüm. Bazı vehham kimseler ona diyorlardı ki, 'Sen memursun, ona yanaşma' O diyormuş: 'Bu zatın dünyaya karışacak bir emare ve arzusu yok. lBenim vazifeme mâni değil. ' Hattâ bu tevkif zamanında bile, o merdane hissiyle benim gibi zaif ve hizmete muhtaç bir biçareye herkes gözünü benden kaparken, o yardıma koşuyordu ve der idi ki: 'Bu Hocadan ben medar-ı ittiham birşey göremiyorum ve yoktur ki, ben onun ittihamından temasla hissedar olayım.'

"İşte bu zat okumak için bir-iki küçük ve imanî risaleleri almış; kaza ve kadere ait risalsenin yarısını yazmış, tamamlamaya vazifesi müsaade etmediği için nüshamı bana iade etmiş. Acaba dünyada böyle bir âlî seciyeyi taşıyan müstakim bir genci böyle münasebetle ittiham edecek bir kanun var mı? Eğer ecnebi bir düşman devletinin bir adamı bir şehre gelse, misafirperverlik veya ücret mukabilinde komşusundaki bir adama hizmet etse, o hizmette ittiham altına alınır mı? Halbuki bu zat, bu vatanın benim gibi bir evlâdı ve yirmi seneden beri bu millete, hassaten Harb-i Umumîde ve İstiklâl Har-binde mühim hizmetlerde bulunmuş ihtiyar ve garip bir  komşuya böyle bir hizmet eden bir zata hiç itiraz gelebilir mi? Farz-ı muhal olarak, benim gizli, yanlış fikirlerim bulunsa da, akşamdan akşama sobamı yakmaya gelmesi ile iştirak tevehhüm edilir mi?"

Süleyman Rüştü Çakın memuriyetten sonra, ticaretle uğraştığı yıllarda Antalya Nur talebelerinden İbrahim Çerit'e 6 Şubat 1952 tarihinde şöyle bir mektup yazmıştı:

"Muhterem Ağabeyim İbrahim Efendi,

"Çok selam ve derin hürmetlerimi sunarım. Size evvelâ müjde; dün aldığımız bir telgrafla Üstad Hazretleri İstanbul Mahkemesinde beraat etmiştir, müjdeler..

"Mektubat geldi. Elmalı'ya götürmek üzere size göndereceğiz. Oradan gönderirsiniz. Sizde isteyen var ise, bildirirsiniz.

"Bütün kardeşlere selâm ve derin hürmetler sunarım. Selam ve derin hürmetler."

Ses Yok