Hafız ENVER CEYLAN
"Minarelerde o şarkıyı söyledin mi?"
"Bediüzzaman'ı ilk ziyaretim 1952'de Akşehir Palas Otelinde olmuştur. Yedeksubaylığını yapan bir ziraat mühendisi de beraberimdeydi.
"Bediüzzaman bana dedi ki:
"Nerede olursanız olun namazınızı ihmal etmeyin. Siz zabit (subay) olduğunuz için diğer erler de sizden cesaret bulur ve onlar da kılarlar. Vakit bulamazsanız farz namazlarını kılınız.
"Mühendis arkadaşla konuştuktan sonra, Üstad bana döndü, mesleğimi sordu, müezzinlik yaptığımı söyledim.
"Üstad bir anda kaşlarını çattı:
"O şarkıyı siz de söylediniz mi?'
"Üstadın ne demek istediğini anlayamamıştım. Anlayamadığımı ifade edince, Üstad bu defa:
"Minarelerde söylenen o şarkıyı...'
"Türkçe ezanı kasdettiğini anlamıştım. Çok utandım ve sıkıldım, mahcup ve suçlu bir halde:
"Evet... Malesef! diyerek cevap verdim.
"Bu defa Üstad eski bir hatırasını anlattı:
"Bir talebem vardı. Bu yeni uydurma ezan çıktığı vakit bana geldi. Yeni ezan okuyayım mı, yoksa müezzinliği bırakayım mı?' dedi.
"Ben düşündüm... Bu muhlis kardeşim, bu vazifeyi bıraksın mı? Eğer bu vazifeyi bırakırsa, yerine bir fasık gelip, kendi isteğiyle okuyacak. Cahilliğinden bu ezanı hak bir şey zannedecek. O zaman kalbime şu geldi ve ona dedim ki: Sen müezzinliği bırakma. Minareye çıktığın vakit, kendi duyacağın kadar ezanın aslını oku. Aslî ezanı bitirdikten sonra onların istediklerini söyle. O zaman zaruretten dolayı, ezanın aslını okumuş ve tercümesini de duyurmuş olursun.'
"Üstadın anlattıklarını dikkatle dinliyordum. Müezzin olarak ben de böyle yaptığımı söyleyince Üstad çok memnun oldu.
"Öyleyse kurtuldunuz' diye bildirdi...
"Üstad devamla:
"Ben bu hususu Hamdi Efendiye de(Akseki) bildirdim. Ezanı bu şekle çeviren, bir ilândan ibaret zannediyorlar. Halbuki böyle değildir. Ezan-ı Muhammedî bir ilânat değildir. O divaneler bilmiyorlar. Şayet öyle olsaydı, her millet kendi lisanına göre 'namaza gelin' diye çağırırdı. Halbuki bu ezan asr-ı saadetten beri öyle devam ediyor. Bu ilâ-yı kelimetullahtır. İmanın esasını günde beş defa dünyaya ilân etmektedir. İslâmin şeâiridir. Bu şeâir, farzlar kadar ehemmiyetlidir.'
"Namazı keskin hareketlerle kılıyordu"
"Bu ziyaretimden sonra, aradan üç-beş gün geçti. Üstad talebeleriyle, benim vazifeli olduğum Şişli Camiine namaza gelmişti. İkinci defa da burada elini öpüp dersini dinlemek nasip oldu. Burada da kendisinin başından geçen bazı hatıralarını anlattı. Bu arada 17 defa zehirlendiklerin anlattı. Sirkeci'de halkın tehacümünden kaçtığı için sakin bir yer olan bizim camiye gelmişti. Namaz kılışına çok dikkat ettim. Namazı yavaş yavaş sofiler gibi kılmıyordu. Keskin hareketlerle kılıyordu. Çevik, tam bir delikanlı gibi kılıyordu. Sırtındaki cübbe ve başındaki sarığa ile bir asr-ı saadet Müslümanını andırıyordu. İstanbul gibi bir şehirde bile bu İslâmî kiyafetini değiştirmemişti.
"Çok heybetli bir zattı. Pırıl pırıl parlayan bir siması vardı. Kemali ve büyüklüğü her halinden belli oluyordu. Yanında hizmetinde bulunan Nur Talebeleri, cevval, pervane gibi etrafında dönen çok gayretli gençlerdi.
"Bugün memleketimiz, onun eserlerine ve yetiştirdiği Nur talebeleri nesline çok muhtaçtır."
Enver Ceylan, o görüşme günün tatlı havasını ve ulvî heyecanını yaşıyordu anlatırken.