Asa-yı Musa | Onuncu Mesele | 65
(61-75)

ve şekavet-i ebediyyeden kurtulmak gibi nev’-i insanın en dehşetli mes’elesi ve ubûdiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle binler def’a tekrar edilse yine azdır.

İşte tekrarat-ı Kur’âniye bu gibi esaslara bakıyor. Hatta ba’zan bir sahifede iktiza-yı makam ve ihtiyac-ı ifhâm ve belâgat-ı beyân cihetiyle yirmi def’a sarihan ve zımnen tevhid hakîkatını ifade eder. Değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir. Risâle-i Nur’da, tekrarat-ı Kur’âniye ne kadar yerinde ve münâsip ve belâgatça makbul olduğu hüccetleriyle beyân edilmiş.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın Mekke sûreleriyle Medine sûreleri belâgat noktasında ve i’câz cihetinde ve tafsil ve icmal vechinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmeti şudur ki: Mekke’de, birinci safta muhatab ve muârızları, Kureyş müşrikleri ve ümmileri olduğundan belâgatça kuvvetli bir üslûb-u âlî ve îcazlı, mukni, kanaat verici bir icmâl ve tesbit için tekrar lâzım geldiğinden ekseriyetle Mekkiyye sûreleri erkân-ı îmaniyeyi ve tevhidin mertebelerini gâyet kuvvetli ve yüksek ve i’câzlı bir îcaz ile tekrar edip ifade ederek mebde’ ve meâdi, Allah’ı ve âhireti, değil yalnız bir sahifede, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede; belki ba’zan bir harfte ve takdim, te’hir ve tarif ve tenkir ve hazf ve zikir gibi hey’etlerde öyle kuvvetli isbat eder ki, ilm-i belâgatın dahî imamları hayretle karşılamışlar. Risâle-i Nur ve bilhassa Kur’ân’ın kırk vech-i i’câzını icmâlen isbat eden Yirmi Beşinci Söz, zeyilleriyle beraber ve Kur’ân’ın nazmındaki vech-i i’câzı hârika bir tarzda isbat eden Arabî Risâle-i Nur’dan “İşârât-ül İ’câz” tefsiri bilfiil göstermişler ki, Mekkiyye olan sûre ve âyetlerde en âlî bir üslûb-u belâgat ve en yüksek bir i’câz-ı îcazî vardır. Amma, Medeniye sûre ve âyetlerde birinci safta muhatab ve muarızları ise, Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasâra gibi ehl-i kitab olduğundan muktezâ-yı belâgat ve irşâd ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan, sade ve vazıh ve tafsilli bir üslûbla ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usûlünü ve îmanın rükünlerini değil, belki medâr-ı ihtilaf olan şerîatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşe’leri ve sebebleri olan cüz’iyatın beyânı lâzım geldiğinden o Medeniye sûre ve âyetlerde ekseriyetçe tafsil ve îzah ve sade üslûbla beyânat içinde Kur’ân’a mahsus emsâlsiz bir tarz-ı beyânla, birden o cüz’î teferruat hâdisesi içinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisâlini îman-ı Billâh ile te’min eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve îmaniyeyi

Səs yoxdur