en büyük hakîkatı ve Zât-ı Ahmediye (A.S.M.), bütün mahlûkatın en eşrefi ve hakîkat-ı Muhammediye (A.S.M.) ta’bir edilen küllî şahsiyet-i ma’nevîyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir Güneşi olduğuna ve bu hârika makama liyakatına dâir pekçok hüccetleri ve emâreleri, kat’i bir sûrette Risâle-i Nur’da isbat edilmiş. Binden birisi şudur ki:
“ESSEBBEBÜ KE’L-FÂİL” düstûriyle: Bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakîkatlarını, getirdiği nur ile nurlandırması, değil yalnız cin ve insi ve meleği ve zîhayatları, belki kâinatı ve semavâtı ve arzı minnetdar eylemesi ve isti’dâd lîsaniyle nebâtâtın duâları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvânâtın duâları, gözümüz önünde bilfiil kabul olmasının şehâdetiyle milyonlar, belki milyarlar fıtrî ve reddedilmez duâları makbul olan sulehâ-yı ümmeti her gün o Zât’a (A.S.M.) salât ü selâm ile rahmet duâları ve ma’nevî kazançlarını en evvel o Zât’a (A.S.M.) bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’ın üç yüz bin hurufunun herbirisinde on sevabdan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden yalnız kıraat-ı Kur’ân cihetiyle defter-i a’maline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle o Zât’ın (A.S.M.) şahsiyet-i ma’nevîyesi olan hakîkat-ı Muhammediye (A.S.M.), istikbâlde bir şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâm-ül Guyub bilmiş ve görmüş ve o makama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş. Ve fermanında ona tebaiyeti ve Sünnet-i Seniyyesine ittiba ile şefâatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mes’ele-i insaniye göstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olan şahsiyet-i beşeriyetini ve bidâyetteki vaziyet-i insaniyesini arasıra nazara almasıdır. İşte Kur’ân’ın tekrar edilen hakîkatları bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mu’cize-i ma’nevîye bulunmasına fıtrat-ı selime şehâdet eder. Meğer maddiyyunluk tâûniyle maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına mübtelâ ola...
kâidesine dâhil olur.