Asa-yı Musa | Birinci Hücceti İmaniye | 122
(99-142)

Bu mu’cizattan üç yüzden ziyâde bir kısmı, On Dokuzuncu Mektub olan Mu’cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) nâmındaki hârika ve kerâmetli bir risâlede kat’i delilleriyle beraber beyân edildiğinden onları ona havale ederek dedi ki:

Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemâlâtla beraber, bu kadar mu’cizat-ı bahiresi bulunan bir Zât (A.S.M.) elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kabil değil.

İkincisi: Elinde bu kâinat sâhibinin bir fermanı bulunduğu; ve o fermanı, her asırda, üç yüz milyondan ziyâde insanların kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olan Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın yedi vecihle hârika olmasıdır. Ve bu Kur’ân’ın kırk vecihle mu’cize olduğu ve kâinat Hâlıkının sözü bulunduğu kuvvetli delilleriyle beraber, “Yirmi Beşinci Söz, Mu’cizat-ı Kur’âniye” namlarındaki ve Risâle-i Nur’un bir Güneşi olan meşhur bir risâlede tafsilen beyân edilmesinden; onu, ona havale ederek dedi: Böyle ayn-ı hak ve hakîkat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi bir Zât’ta (A.S.M.) fermana cinâyet ve ferman sâhibine hıyanet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz!..

Üçüncüsü: O zât (A.S.M.), öyle bir şerîat ve bir İslâmiyet ve bir ubûdiyet ve bir duâ ve bir dâvet ve bir îman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü: Ümmi bir Zât’ta (A.S.M.) zuhur eden o şerîat; on dört asrı ve nev’-i beşerin humsunu, âdilane, hakkaniyet üzere, müdakkikane, hadsiz kanunlariyle idare etmesi emsâl kabul etmez.

Hem, ümmi bir Zât’ın (A.S.M.) ef’al ve akvâl ve ahvâlinden çıkan İslâmiyet; her asırda üç yüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffisi ve nefislerinin mürebbisi ve müzekkisi; ve ruhlarının medâr-ı inkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle misli olamaz ve olamamış.

Hem, dininde bulunan bütün ibâdâtın bütün enva’ında en ileri olması ve herkesten ziyâde takvada bulunması ve Allah’tan korkması ve fevkalâde dâimî mücahedat ve dağdağalar içinde, tam tamına ubûdiyetin en ince esrârına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklid etmeyerek ve tam ma’nasiyle ve mübtediyane fakat en mükemmel olarak, hem ibtida ve intihayı birleştirerek yapması; elbette misli görülmez ve görülmemiş.

Hem binler duâ ve münâcatlarından Cevşen-ül Kebir ile, öyle bir mârifet-i Rabbânîyye ile,

Səs yoxdur