Sözler | Dokuzuncu Söz | 47
(40-47)

Hem Emr-i den gelen bir sayha-i ihya ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen milsen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insâncık onlara iktidaen o Rahmân-ı Zülkemâl’in, o Rahîm-i Zülcemâl’in bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, beka-âlûd bir mahviyyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde “Allahü Ekber” deyip sücuda gitmek, yâni, bir nevi Mîraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak, ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar makul ve münâsip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.

Demek şu beş vakit, herbiri, birer inkılab-ı azîmin işârâtı ve icraat-ı cesîme-i Rabbâniyyenin emâratı ve in’amât-ı Külliyye-i İlâhiyyenin alâmatı olduklarından; borç ve zimmet olan farz namazın o zamanlara tahsisi, nihayet hikmettir...




* * *

Səs yoxdur