Sözler | OnDokuzuncu Söz | 237
(235-244)

BEŞİNCİ REŞHA: Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüât, tebeddülât, tegayyürât; mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer Mektûbât-ı Rabbâniyye, birer sahife-i âyât-ı tekviniyye, birer meraya-yı Esmâ-i İlâhiyye ve âlem dahi bir kitab-ı hik-met-i Samedâniyye mertebesine çıktılar. Hem insânı bütün hayvanâtın mâdûnuna düşüren hadsiz za’f ve aczi, fakr ve ihtiyâcâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı; o nur ile nurlandığı vakit, insân bütün hayvanat, bütün mahlûkat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile niyaz ile nâzenin bir sultan ve fizar ile nazdar bir halife-i zemin olur. Demek o nur olmazsa kâinat da, insân da, hattâ herşey dahi hiçe iner. Evet elbette böyle bedi’ bir kâinatta, böyle bir Zât lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.

ALTINCI REŞHA: İşte o Zât, bir saadet-i ebediyyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı Rubûbiyyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u Esmâ-i İlâhiyyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan; böyle baksan -yâni ubûdiyyeti cihetiyle- onu bir misâl-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insânîyyet, en nuranî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan, -yâni Risâleti cihetiyle- bir bürhân-ı Hak, bir sirâc-ı hakikat, bir şems-i hidâyet, bir vesile-i saadet görürsün. İşte bak: Nasıl berk-i hâtif gibi O’nun nuru, şarktan garbı tuttu ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, O’nun hediye-i hidâyetini kabûl edip hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki; böyle bir Zâtın bütün dâvalarının esası olan



ı, bütün merâtibiyle beraber kabûl etmesin...

YEDİNCİ REŞHA: İşte bak: Şu cezire-i vasiâda vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inadçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile techiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak! Değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbûb-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfûs, sultan-ı ervah oldu...

SEKİZİNCİ REŞHA: Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldırabilir. Halbuki bak! Bu Zât, büyük ve çok âdetleri; hem inadçı, mutaassıb büyük kavimlerden, zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’edip yerlerine öyle secayâ-yı âliyyeyi ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sâbit olarak vaz’ ve tesbit eyliyor.

Səs yoxdur