Sözler | YirmiBeşinci Söz | 427
(365-462)

Dokuzuncu Nükte-i Belâgat: Kur’an-ı Hakîm kâh olur cüz’î bâzı maksadları zikreder. Sonra o cüz’iyat vasıtasıyla küllî makamlara zihinleri sevketmek için, o cüz’î maksadı, bir kaide-i külliyye hükmünde olan Esmâ-i hüsnâ ile takrir ederek tesbit eder, tahkik edip isbat eder. Meselâ:



İşte Kur’an der: “Cenâb-ı Hak, Semi’-i Mutlak’tır, herşeyi işitir. Hattâ en cüz’î bir macera olan ve zevcinden teşekki eden bir zevcenin sana karşı mücadelesini Hak ismiyle işitir. Hem rahmetin en lâtif cilvesine mazhar ve şefkatın en fedâkâr bir hakîkatına maden olan bir kadının haklı olarak zevcinden dâvasını ve Cenâb-ı Hakk’a şekvasını umûr-u azîme sûretinde Rahîm ismiyle ehemmiyetle işitir ve Hak ismiyle ciddiyetle bakar.” İşte, bu cüz’î maksadı küllîleştirmek için, mahlûkatın en cüz’î bir hâdisesini işiten, gören kâinatın daire-i imkânîsinden hariç bir zât, elbette herşeyi işitir, herşeyi görür bir zât olmak lâzımgelir. Ve kâinata Rab olan, kâinat içinde mazlum küçük mahlûkların dertlerini görmek, feryatlarını işitmek gerektir. Dertlerini görmeyen, feryatlarını işitmeyen, “Rab” olamaz. Öyle ise,



cümlesiyle ikihakîkat-ı azîmeyi tesbit eder.


Hem meselâ:



İşte Kur’an, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mi’racının mebde’i olan, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya olan seyeranını zikrettikten sonra


der. deki zamir, ya Cenâb-ı Hakk’adır veyahut Peygamberedir. Peygambere göre olsa, şöyle oluyor ki:

Səs yoxdur