Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir. (Hâşiye) Halbuki, o emr-i itibarî dediğimiz kesb-i insânî; bâzan yapmak ve bâzan yapmamak; eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa tercih bilâ müreccih lâzım gelir. Şu ise, usûl-ü kelâmiyyenin en mühim bir esasını hedmeder..?
Elcevab: Tereccuh bilâ müreccih muhaldir. Yâni: Müreccihsiz, sebebsiz rüchaniyet muhaldir. Yoksa, tercih bilâ müreccih caizdir ve vâkidir. İrade bir sıfattır. Onun şe’ni, böyle bir işi görmektir.
Eğer desen: “Mâdem katli halkeden Hak’tır. Niçin bana katil denilir?
Elcevab: Çünki: İlm-i Sarf kaidesince ism-i fâil, bir emr-i nisbî olan masdardan müştaktır. Yoksa bir emr-i sâbit olan hasıl-ı bilmasdardan inşikak etmez. Masdar kesbimizdir, katil ünvânını da biz alırız. Hasıl-ı bilmasdar, Hakk’ın mahlûkudur. Mes’uliyeti işmam eden birşey, hasıl-ı bilmasdardan müştak kılınmaz.
Yedincisi: İrade-i cüz’iyye-i insânîyye ve cüz’-i ihtiyariyyesi çendan zaîftir, bir emr-i itibarîdir, fakat, Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz’î iradeyi, irade-i külliyyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yâni mânen der: “Ey abdim! İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes’uliyet sana aittir!” Teşbihte hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan. Onu muhayyer bırakıp, “Nereyi istersen seni oraya götüreceğim” desen. O çocuk, yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette “Sen istedin” diyerek itab edip üstünde bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hak, Ahkem-ül Hâkimîn, nihayet zaafda olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyyesi ona nazar eder.
Elhasıl: Ey insân! Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz’-i ihtiyârî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem’e yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül, meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.