Sözler | YirmiYedinci Söz | 492
(480-496)

İşte bunun için herşey ve her hâl ve muhavereler ve sohbetler ve hikâyeler, bütün o mânâları bir derece ders verecek bir tarzda cereyan ettiğinden; sahabenin istidadını tekmil ve fikirlerini tenvir ettiğinden; içtihad ve istinbatta istidadı kibrit derecesinde nurlanmaya hâzır olduğundan; bir günde veya bir ayda kazandığı mertebe-i istinbat ve içtihadı, o sahabenin derece-i zekâvetinde ve istidadında olan bir adam, şu zamanda on senede, belki yüz senede kazanmayacaktır. Çünki: Şimdi saadet-i ebediyyeye bedel, saadet-i dünyeviyye medâr-ı nazardır. Beşerin nazar-ı dikkati, başka maksadlara müteveccihtir. Tevekkülsüzlük içinde derd-i maişet, ruha sersemlik ve felsefe-i tabiiyye ve maddiyye akla körlük verdiğinden; beşerin muhit-i içtimaîsi, o şahsın zihnine ve istidadına, içtihad hususunda kuvvet vermediği gibi, teşettüt veriyor.. dağıtıyor. Yirmi yedinci Söz’ün içtihad bahsinde, Süfyan İbn-i Uyeyne ile onun zekâveti derecesinde birinin muvazenesinde isbat etmişiz ki; Süfyan’ın on senede kazandığını, öteki yüz senede kazanamıyor.

İkinci Vecih: Sahabelerin kurbiyyet-i İlâhiyye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez. Çünki; Cenâb-ı Hak bize akrebdir ve herşeyden daha ziyâde yakındır. Biz ise, ondan nihayetsiz uzağız. O’nun kurbiyyetini kazanmak iki sûretle olur. Birisi: Akrebiyyetin inkişafıyladır ki, nübüvvetteki kurbiyyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar. İkinci Sûret: Bu’diyyetimiz noktasında kat’-ı merâtib edip bir derece kurbiyyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr ü sülûk-ü velâyet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfâkî bu sûretle cereyan ediyor. İşte birinci sûret sırf vehbîdir, kesbî değil, incizabdır, cezb-i Rahmânîdir ve mahbubiyyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri; kesbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaib hârikaları çok ise de; kıymetçe kurbiyyetçe evvelkisine yetişemez. Meselâ: Nasılki dünkü güne, bugün yetişmek için iki yol var. Birincisi: Zamanın cereyanına tabi olmayarak, bir kuvvet-i kudsiyye ile; fevk-az zaman çıkıp, dünü bugün gibi hâzır görmektir. İkincisi: Bir sene kat’-ı mesâfe edip, dönüp dolaşıp, düne gelmektir; fakat, yine dünü elde tutamıyor, onu bırakıp gidiyor. Öyle de, zâhirden hakikata geçmek iki sûretledir. Biri: Doğrudan doğruya hakikatın incizabına kapılıp, tarîkat berzahına girmeden, hakikatı ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi: Çok merâtibden seyr-ü sülûk sûretiyle geçmektir. Ehl-i velâyet, çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmâreyi öldürürler. Yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki; sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin mâhiyetindeki cihazât-ı kesîre ile, ubûdiyetin enva’ına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyâde mazhardırlar. Fena-i nefisten sonra, ubûdiyyet-i evliya besatet peyda eder.

Səs yoxdur