Sözler | YirmiDokuzuncu Söz | 509
(504-534)

Melâikenin ise, ecsâmın muhtelif cinsleri gibi, cinsleri muhteliftir. Evet, elbette bir katre yağmura müekkel olan melek, şemse müekkel meleğin cinsinden değildir. Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pekçok ecnâs-ı muhtelifeleri vardır.

Şu nükte-i Esasiyyenin Hâtimesi: Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücûd ona musahhar kalsın ve tâbi olsun. Belki madde, bir mâna ile kaimdir. İşte o mâna, hayattır, ruhtur. Hem bilmüşâhede madde, mahdum değil ki, herşey ona irca’ edilsin. Belki hâdimdir; bir hakikatın tekemmülüne hizmet eder. O hakikat, hayattır. O hakikatın esası da ruhtur. Bilbedâhe madde hâkim değil ki, ona müracaat edilsin, kemâlât ondan istenilsin. Belki mahkûmdur, bir esasın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollar ile hareket eder. İşte o esas; hayattır, ruhtur, şuurdur. Hem bizzarure madde lüb değil, esas değil, müstekar değil ki, işler ve kemâlât ona takılsın, ona bina edilsin; belki yarılmağa, erimeğe, yırtılmağa müheyya bir kışırdır, bir kabuktur ve köpüktür ve bir sûrettir. Görülmüyor mu ki: Gözle görülmeyen hurdebînî bir hayvanın ne kadar keskin duyguları var ki, arkadaşının sesini işitir, rızkını görür, gayet hassas ve keskin hisleri vardır. Şu hal gösteriyor ki; maddenin küçülüp inceleşmesi nisbetinde âsâr-ı hayat tezayüd ediyor, nûr-u ruh teşeddüd ediyor. Güya madde inceleştikçe, bizim maddiyatımızdan uzaklaştıkça ruh âlemine, hayat âlemine, şuûr âlemine yaklaşıyor gibi hararet-i ruh, nur-u hayat daha şiddetli tecelli ediyor. İşte hiç mümkün müdür ki: Bu madde perdesinde bu kadar hayat ve şuûr ve ruhun tereşşuhatı bulunsun; o perde altında olan âlem-i bâtın, zîruh ve zîşuûrlarla dolu olmasın. Hiç mümkün müdür ki: Şu maddiyat ve âlem-i şehadetteki mânanın ve ruhun ve hayatın ve hakikatın şu hadsiz tereşşuhatı ve lemaât ve semeratının menabii, yalnız maddeye ve maddenin hareketine irca’ edilip izah edilsin. Hâşâ ve kat’â ve aslâ! Bu hadsiz tereşşuhat ve lemaât gösteriyor ki: Şu âlem-i maddiyat ve şehadet ise, âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir.

İkinci Esas

Melâikenin vücûduna ve ruhânîlerin sübutuna ve hakikatlerinin vücû-duna bir icmâ’-ı mânevî ile -tâbirde ihtilaflarıyla beraber- bütün ehl-i akıl ve ehl-i nakil, bilerek bilmeyerek ittifak etmişler denilebilir. Hattâ maddiyatta çok ileri giden Hükemânın Meşaiyyûn kısmı, Melâikenin mânasını inkâr etmeyerek “Her bir nev’in bir mahiyyet-i mücer-rede-i ruhâniyyeleri vardır” derler. Melâikeyi öyle tâbir ediyorlar. Eski Hükemânın İşrâkiyyûn kısmı dahi Melâikenin mânasında kabûle muztar kalarak, yalnız yanlış olarak “Ukûl-ü Aşere ve Erbab-ül Enva’“ diye isim vermişler.

Səs yoxdur