Şu hakîkat, Onuncu Söz’ün Onuncu Hakîkatında bir derece gös-terildiğinden kısa kestik. İşte bu dört misâle, binler misâli kıyas edebilirsin. “Lemaat” namındaki bir risalede bir kısmına işaret etmişiz.
İşte felsefenin şu esasât-ı fâsidesinden ve netâic-i vahîmesindendir ki: İslâm Hükemâsından İbn-i Sina ve Fârâbî gibi dâhîler, şa’şaa-i sûrisine meftun olup, o mesleğe aldanıp, o mesleğe girdiklerinden; âdi bir mü’min derecesini ancak kazanabilmişler. Hattâ İmam-ı Gazâlî gibi bir Hüccet-ül İslâm, onlara o dereceyi de vermemiş.
Hem mütekellimînin mütebahhirîn ulemâsından olan Mu’tezile imamları, zînet-i sûrîsine meftun olup, o mesleğe ciddî temas ederek, aklı hâkim ittihaz ettiklerinden, ancak fâsık, mübtedi bir mü’min derecesine çıkabilmişler. Hem üdebâ-yı İslâmiyyenin meşhurlarından bedbinlikle mâruf Ebû-l Alâ-i Maarrî ve yetîmâne ağlayışıyla mevsuf Ömer Hayyam gibilerin, o mesleğin nefs-i emmâreyi okşayan zevkiyle zevklenmesi sebebiyle, ehl-i hakîkat ve kemâlden bir sille-i tahkir ve tekfir yiyip: “Edebsizlik ediyorsunuz, zındıkaya giriyorsunuz, zındıkları yetiştiriyorsunuz” diye zecirkârane tedib tokatlarını almışlar.
Hem meslek-i felsefenin esasât-ı fâsidesindendir ki: Ene, kendi zâtında hava gibi zaîf bir mâhiyeti olduğu halde, felsefenin meş’um nazarı ile mânâ-yı ismî cihetiyle baktığı için; güya buhar-misâl o ene temeyyu edip, sonra ülfet cihetiyle ve maddiyata tevaggul sebebiyle güya tasallûb ediyor. Sonra gaflet ve inkâr ile o enaniyet tecemmüd eder. Sonra isyan ile tekeddür eder, şeffafiyetini kaybeder. Sonra gittikçe kalınlaşıp sahibini yutar. Nev’-i insânın efkârıyla şişer. Sonra sâir insânları, hattâ esbabı kendine ve nefsine kıyas edip, onlara -kabûl etmedikleri ve teberri ettikleri halde- birer firavunluk verir. İşte o vakit, Hâlık-ı Zülcelâl’in evâmirine karşı mübareze vaziyetini alır.
der. Meydan okur gibi Kadîr-i Mutlak’ı acz ile ittiham eder. Hattâ Hâlîk-ı Zülcelâl’in evsafına müdahale eder. İşine gelmeyenleri ve nefs-i emmârenin firavunluğunun hoşuna gitmeyenleri ya red, ya inkâr, ya tahrif eder.
Ezcümle: Felâsifenin bir tâifesi, Cenâb-ı Hakk’a “Mûcib-i bizzât” demişler, ihtiyarını nefyetmişler; ihtiyarını isbat eden bütün kâinatın nihayetsiz şeha-detlerini tekzib etmişler. Feyâ Sübhanallah! Şu kâinatta zerreden şem- se kadar bütün mevcûdat taayyünatlarıyla, intizâmatıyla, hikmetleriyle, mizanlarıyla Sâniin ihtiyarını gösterdikleri halde, şu kör olası felsefenin gözü görmüyor.