“Kur’ân-ı Azîmüşşan; bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beşerin tabakalarına, milletlerine, fertlerine hitaben, Arş-ı A’lâdan irad edilen İlâhî ve şümullü bir nutuk ve umûmî ve Rabbânî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi bir ferdin veya küçük bir cemâatin iktidarından hariç olan, bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri, ilimleri câmidir. Bu îtibarla; zamanca, mekânca, ihtisasça, dâire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden, karîhasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur’ân-ı Azîmüşşana tefsir olamaz.
Sâniyen: Gâyet zeki olan kendi talebelerinin derece-i fehimlerini düşünüyordu; başkaların anlamalarını düşünmüyordu.
Sâlisen: Eski Said, en dakik ve en ince olan nazm-ı Kur’ân’da, îcazlı olan i’cazı beyân ettiği için, kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi ise, Yeni Said nazariyle mütalâa ettim; elhak, Eski Said’in bütün hatîatiyle beraber, şu tefsirdeki tetkikat-ı ilmiyesi, onun bir şaheseridir. Yazıldığı vakit, dâima şehid olmaya hazırlandığı için, hâlis bir niyet ile ve belâgatın kanunlarına ve ulûm-u arabiyenin düstûrlarına tatbik ederek yazdığı için, hiçbirini cerhedemedim. Belki Cenâb-ı Hak, bu eseri ona bir keffaretüzzünub yapacak ve bu tefsiri tam anlıyacak adamları da yetiştirecek, İnşâallah. Eğer Birinci Harb-i Umûmî gibi mâniler olmasaydı, tefsirin şu birinci cildi i’caz vücuhundan olan i’caz-ı nazmîyi beyân ettiği gibi, diğer cüzler ve mektuplar da müteferrik tefsir hakîkatlarını içine alsaydı, Kur’ân-ı Mu’cizül-beyâna güzel bir tefsir-i câmi’ olurdu. Belki, İnşâallah, şu cüz-ü tefsir yüz otuz adet “Sözler ve Lem’alar ve Mektûbat” risâleleriyle beraber me’haz olursa, ileride bahtiyar bir hey’et öyle bir tefsir-i Kur’ânî yazsın. İnşâallah.
Said Nursî
Hem, İstanbul’da Fetva Emîni Ali Rıza Efendi, çok zaman bu tefsiri mütalâa ile, yanına gelen dostlarına müteaddit defalar: “Bu İşârâtül-İ’caz, bin tefsir kuvvetinde ve kıymetindedir!” diye yemin ederek ilân ediyordu.
Şark ulemâsı, Şam ve Bağdat’ta büyük âlimler: “İşârâtül-İ’caz gâyet harika ve emsâlsiz bir tefsirdir.” diye istihsan etmişlerdir.