Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 356
(281-398)

Sonra, o dünya seyyahı kendi aklına dedi ki: Mâdem bu kâinatın mevcûdâtiyle mâlikimi ve Hâlıkımı arıyorum; elbette herşeyden evvel bu mevcûdâtın en meşhuru, ve a’dâsının tasdikıyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı fazileti ile ve Kur’ân’ı ile ışıklandıran Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için asr-ı saadete beraber gitmeliyiz diyerek, akliyle beraber o asra girdi, gördü ki:

O asır, hakîkaten, o Zât (A.S.M.) ile bir saadet-i beşeriye asrı olmuş. Çünkü en bedevî, en ümmî bir kavmi, getirdiği nur vasıtasiyle, kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hâkim eylemiş.

Hem kendi aklına dedi: Biz en evvel, bu fevkalâde Zâtın (A.S.M.) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz. Sonra Hâlıkımızı ondan sormalıyız, diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kat’i delillerden, burada, yalnız “Dokuz külliyeti” ne birer kısa işâret edilecek.

Birincisi: Bu zâtta (A.S.M.), hatta düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması; ve


Âyetlerinin sarahatıyla, bir parmağının işâretiyle kamer iki parça olması ve bir avucu ile a’dasının ordusuna attığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi;

Səs yoxdur