Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 367
(281-398)

Hem nev’-i beşerin umum tabakaları, en gabi ve âmiden tut tâ en zeki ve âlime kadar herbirisi Kur’ân’ın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakîkatları fehmetmeleri ve yüzlerle fen ve ulûm-u İslâmiyenin ve bilhassa Şeriat-ı Kübrâ’nın büyük müçtehidleri ve usûlüddin ve ilm-i kelâmın dâhî muhakkikleri gibi her taife, kendi ilimlerine âid bütün hâcâtını ve cevaplarını Kur’ân’dan istihraç etmeleri, Kur’ân menba-ı hak ve mâden-i hakîkat olduğuna bir imzadır.

Hem edebiyatça en ileri bulunan Arap edipleri; İslâmiyete girmiyenler şimdiye kadar muarazaya pek çok muhtaç oldukları halde, Kur’ân’ın i’cazından yedi büyük veçhi varken, yalnız birtek veçhi olan belâğatının, tek bir sûrenin mislini getirmekten istinkâfları ve şimdiye kadar gelen ve muaraza ile şöhret kazanmak isteyen meşhur beliğlerin ve dâhî âlimlerin, O’nun hiçbir veçh-i i’cazına karşı çıkamamaları ve âcizane sükût etmeleri, Kur’ân, mu’cize ve tâkat-ı beşerin fevkınde olduğuna bir imzadır.

Evet, bir kelâm; “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâğatı tezahür etmesi noktasından, Kur’ân’ın misli olamaz ve O’na yetişilemez. Çünkü Kur’ân bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlıkının hitâbı ve konuşması ve hiçbir cihette taklidi ve tasannuu ihsas edecek bir emâre bulunmıyan bir mükâlemesi ve bütün insanların, belki bütün mahlûkatın nâmına meb’us ve nev’-i beşerin en meşhur ve namdar muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-ı îmanı koca İslâmiyeti tereşşuh edip sâhibini “Kâb-ı Kavseyn” makamına çıkararak muhatab-ı samedaniye mazhariyetiyle nüzûl eden ve saadet-i dareyne dâir ve hilkat-ı kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbânî maksatlara âid mesâili ve o muhatabın bütün hakâik-ı İslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan îmanını beyân ve îzah eden ve koca kâinatın bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip, çevirip onları yapan san’atkârı tavriyle ifade ve tâlim eden Kur’ân-ı Mu’cizül-Beyân’ın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’cazına yetişilmez.

Hem Kur’ân’ı tefsir eden ve bir kısmı, otuz-kırk hatta yetmiş cilt olarak birer tefsir yazan yüksek zekâlı müdakkik binlerle mütefennin ulemânın senetleri ve delilleriyle beyân ettikleri Kur’ân’daki hadsiz meziyetleri ve nükteleri ve hâsiyetleri ve sırları ve âlî ma’naları ve umur-u gaybiyenin her nev’inden kesretli gaybî ihbarları izhâr ve isbat etmeleri ve bilhassa Risâle-i Nur’un yüz otuz kitabının herbiri, Kur’ân’ın bir meziyetini, bir nüktesini kat’i bürhanlarla isbat etmesi ve bilhassa “Mu’cizat-ı Kur’âniye Risâlesi” ve şimendifer ve tayyare gibi medeniyetin hârikalarından çok şeyleri Kur’ân’dan istihraç eden “Yirminci Sözün İkinci Makamı” ve Risâle-i Nur’a ve elektriğe işâret eden âyetlerin işârâtını bildiren İşârât-ı Kur’âniye nâmında “Birinci Şuâ”

Səs yoxdur