Tarihçe-i Hayat | Sekizinci Kısım - Isparta Hayatı | 699
(612-740)

Böyle olduğu halde Üstadımız öyle zatların ve Risâle-i Nur talebelerinin hakîkatlı takdir ve beyânlarına karşı hiddetlenerek, çok def’a da hatırlarını kırarak der ki: “Zaman, şahıs zamanı değil, şahs-ı ma’nevî zamanıdır. Risâle-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı ma’nevî var. Ben bir hiçim; Risâle-i Nur, Kur’ânın malıdır; Kur’ândan süzülmüştür. Şeref ve hüsün Kur’ânındır. Şahsımla, Risâle-i Nur iltibas edilmiş. Meziyet, Risâle-i Nur’a aittir. Risâle-i Nur’un neşrindeki hârika muvaffakiyet ise, Risâle-i Nur talebelerine aittir; yalnız şu kadar var ki, şiddetli ihtiyacıma binaen Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîmden bana ilâç ve tiryakları ihsan etti; ben de kaleme aldım. Her nasılsa, bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de Risâle-i Nur’un talebesiyim. Bir risâleyi şimdiye kadar yüz def’a okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım” der.

Bediüzzaman Said Nursî’nin cihanşümûl Kur’ân ve îman ve İslâmiyet hizmetindeki müstesna muvaffakiyet ve zaferinin ve Risâle-i Nur’daki kuvvetli te’siratın sırrı: Kendisinin ihlâs-ı etemmi kazanmış olmasıdır. Yâni, yalnız ve yalnız Rıza-yı İlâhîyi esas maksad edinmiştir. Bu hususta: “Mesleğimizin esası, âzamî ihlâs ve terk-i enaniyettir. İhlâslı bir dirhem amel, ihlâssız yüz batman amele müreccahtır. İnsanların maddî ma’nevî hediyelerinden, hürmet ve teveccüh-ü âmmeden, şöhretten şiddetle kaçıyorum” der. Ziyaretçi kabul etmemesinin bir hikmeti de bu sır olsa gerek. Hem ihlâsa verdiği gâyet fazla ehemmiyet, yüz otuz parça eserinden yalnız “İhlâs Risâlesi”nin başına, “Lâakal her on beş günde bir def’a okunmalıdır” kaydını koymasından da anlaşılıyor. “Büyük Mahkeme Müdafaatı” kitabında: “Risâle-i Nur, değil dünyaya, kâinata da âlet edilemez; gâyemiz, Rıza-yı İlâhîdir” demiştir.

Səs yoxdur