Risâle-i Nur'da üç aylar ve mübarek geceler hakkındaki geçen yerler... 26 Haziran 2009
RİSALE-İ NUR’DA ÜÇ AYLAR VE BU ÜÇ AY İÇERİSİNDEKİ MÜBAREK GECELER HAKKINDAKİ GEÇEN YERLER…
EMİRDAĞ LAHİKASI-1
Sâlisen: Aziz kardeşlerim! Bahar ve yazın meşgaleleri, hem geceleri kısalması, hem şuhur-u selâsenin gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması elbette bir derece neş’eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünki o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.
Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk’ın zîşuur çok mahlukatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimaından çok zevk alırlar. Sizin o kısım ders arkadaşınız ve müstemi’leriniz çoktur. Hem mütefekkirane, o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî zîneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:
Aziz, sıddık kardeşim ve hizmet-i Kur’aniyede hakikatlı bir arkadaşım Re’fet Bey!
Bu defa istinsah ettiğiniz risaleler çok güzel olmuştur. Senin gayret ve samimiyet ve ciddiyetini bana gösterdiler ve Re’fet tenbel değildir, isbat ettiler. Onları tashih edip göndermiştim. Sonra işittim ki, getiren adam İslâmköyü’nde bırakmış. Otuzbirinci Mektub’un Üçüncü, Dördüncü Lem’alarını yazmağa vakit bulamadım. Korkuyorum ki onların da اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّهِ sırrı gibi, mevsimi geçerek sonra güzel yazılmamış olsun. İnşâallah sizlerin iştiyakı beni çalıştıracak. Fakat bu şuhur-u selâse çok kıymetdardır; Leyle-i Kadr’in sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım geliyor. İnşâallah Kur’an’a ait mesaille iştigal, bir nevi manevî mütefekkirane Kur’an okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-ı Kur’an manaları risalelerin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız. Zâten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua eder ve dualarını bu mübarek şuhur-u selâsede isterim.Ve daire-i nuriyede kesretli bulunan masumların ve elleri boş dönmeyen mübarek ihtiyarların masumane dualarını bütün ruhumla arzu eden kardeşiniz Said Nursî.
[Bir suale mecburî cevabın tetimmesidir.]
Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhur-u selâsenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.
Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki: Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için dünyevî merak-aver mes’elelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve’nin Dördüncü Mes’elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.
Aziz, sıddık, bahtiyar, vefakâr, fa’al, sebatkâr kardeşlerim!
Evvelâ: Tekraren hem sizin receb-i şerifinizi ve Leyle-i Regaib’inizi tebrik, hem Safranbolu’lu kardeşlerimizin tebriklerine mukabeleten şuhur-u selâselerini ve dört leyali-i mübarekelerini ve Nurlarla gayet ciddî alâkalarını tebrik ederiz. Ve oranın şakirdleri namına yazılan tebrikname mektubunda benim pek çok kusurlu şahsıma verdikleri ünvanları ve senaları, Halil İbrahim’in bazı mektubları gibi, ta’dil ile “Risale-i Nur”a çevirip Lâhika’ya girmesini istedim. Fakat şahsım pek sarih bir tarzda mevzu yapıldığı için yakıştıramadım, şimdilik geri kaldı.
Aziz, sıddık, sarsılmaz, usanmaz, çekinmez, çekilmez kardeşlerim!
Evvelâ: Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selâse, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilakis, yazmağa şevk verir ve vermek gerektir. Çünki Nur’un hizmeti; hem maişet, hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi; ibadet-i tefekkürî nev’inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevablarına büyük yardımı olur.
Sâniyen: Konya’lı Sabri’nin Re’fet’e yazdığı mektubunu gördüm, ondan bildim ki; bu Sabri, öteki Sabri gibi gayet hâlis ve samimî ve çalışkan bir Nurcudur. Bin bârekâllah hem ona, hem onu teşvik ve teşci’ eden ve hocaların yüzlerini ak eden Konya âlimlerine. Başta müfessir mübarek Hoca Vehbi olarak onlara ve oradaki Nur şakirdlerine çok selâm ederiz ve bu mübarek şuhur-u selâsede dualarını isteriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim Tahirî, Sabri, Salahaddin, Mehmed, Mustafa!
Evvelâ: Bu gelen şuhur-u selâsenin hürmetine ve Nur şakirdlerinin sadakat ve ihlaslarının hürmetine, çok ehemmiyetli hakkımda bir sebeb-i itab ve tokat bir hâdiseyi tamire çalışacağız ve gücenmeyiniz. Şöyle ki: Bu gece hiç görmediğim bir itab, bir tazib suretinde manevî bir şiddetli ihtar ile denildi ki: “Dünyaya, zevke, keyfe tenezzül etmemekle Nurlardaki ihlas ve istiğnayı muhafazaya mükelleftin ve bu asırda يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا sırrıyla dünyayı dine tercih etmek ve bilerek elması şişeye tebdil etmek olan hastalığa, Nur vasıtasıyla çalışmağa vazifedardın. Yüz tecrübenizle de anladın ki, insanların hediyeleri, ihsanları, yardımları, sana dokunuyor. Hattâ seni hasta ediyor; her gün eserini, tecrübesini görüyorsun. Senin en ziyade itimad ettiğin ve Risale-i Nur’un fedakâr kahramanlarının yüzlerini Risale-i Nur’un hizmetinden ziyade kendi istirahatine çevirmeğe sebebiyet verdin… ilâ âhir.. diye daha manen çok söylenildi.” diye beni tam tekdir etti. Hattâ şimdi bir manevî tokattan dahi korkuyorum. Bu hâdisenin çare-i yegânesi; bu otomobili alan sizler ilân edeceksiniz ki, “Bu kardeşimiz Said, bunu kabul edemedi, manevî, dehşetli bir zarar hissetti.”
Bu otomobili alan beş kardeşimiz kat’iyyen bilsinler ki,
değil beşinin bir otomobili sadaka ve ihsan ve hediye etmişler, belki onların hayırlı niyetleri cihetinde Risale-i Nur dairesi hizmetinde herbiri tam bir otomobil fiatı kadar bir hediye bilfiil yapmışlar gibi manen kabul edildiğine bana bir işaret ve kanaat var. Madem kardeşlerim, sizin hâlisane bu hizmetiniz hakkınızda böyle makbuliyet var. Siz müteessir olmayınız. Beni de bu manevî itabdan kurtarınız. Hem benim düstur-u hayatıma, hem Risale-in Nur’un sırr-ı ihlasına gelmek ihtimali bulunan zararı çabuk tamir ediniz. Hem o otomobil burada kalmasın, en büyük hisseyi veren zâtın yanına gitsin. Üç ehemmiyetli sebebi izah ettiğim vakit, bu telaşımın hakikatini anlarsınız. Zâten hem şuhur-u selâse, hem üç ay mühim mecmuaların çıkmasına kadar bütün dünya saltanatı verilse de bakmamağa mecburum. Şayet otomobile verdiğiniz para tam çıkmazsa, o noksanını alâküllihal ben her şeyimi satıp tekmil etmeğe karar verdim. Umumunuza selâm. Hakkınızı bana helâl ediniz. Ben de sizi helâl ediyorum.
Râbian: Ben, iki cihette manevî hizmetlerinize ve dualarınıza ve benim yerimde yapamadığım manevî kazançlarınızın imdadıma gelmesine şiddetle ihtiyacım var:
Birinci sebeb: Bütün hayatımda şimdiki kuvvetsizlik ve gittikçe ziyadeleşen za’fiyeti hissetmemiştim. Çok sıkıntılarla daimî evradlarımı bazı da noksan olarak yapabilirim. Halbuki bu eyyam ve leyali-i mübarekede yüz derece çalışmağa ihtiyacım var. Ve sizin şirket-i maneviyenize hissem itibariyle yardım etmek ve dualarınıza bin derece ziyade âmînlerle iştirake koşmak lâzım iken, bu iktidarsızlığım, o şirket-i maneviyeye pek cüz’î yardım edebilir. Bunun çaresi; vazife-i Nuriyede benim vazifem size verildiği gibi, o şirketteki vazifeyi de sizlerin manevî yardımlarına dayanıp haddimden ve istidadımdan pek çok ziyade bu âciz kardeşinizdeki hüsn-ü zannınıza muvafık çalışmayı rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyorum.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu şuhur-u mübarekede, Nurcuların şirket-i maneviyesine inşâallah pek çok kudsî servet girecek. Herbir Nurcu, binler lisanla ve yüzer kalemle çalışacak gibi kâr kazanacak. Ve bu mübarek ve çok bereketli aylarda beş tarzda ibadet sayılabilen kalemle Zülfikar-ı Mu’cizat mecmuasına hizmet edenler, tam bahtiyardırlar. Fakat yazıdan ziyade, sıhhatine dikkat etmek lâzım ve elzemdir. Bugün de tatlı iki manidar tevafuku gördüm. Kanaatım geldi ki; benim bugünlerde zahmetler içinde Asâ-yı Musa tashihinde sıkıntılarıma mukabil, inayet-i İlahiye ücretimi ve tayinatımı şirin bir surette veriyor.
Birisi: Kahraman Tahirî’nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acib bir bereketle, her gün ikişer-üçer yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış, iktisad için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı’nın iki masum evlâdının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahirî’nin lokmaları gibi; hem onun mikdarında elime verildi. Ben bu tatlı tevafuktan zevk alırken, dünkü gün aynı saatte çok hararetim vardı, çok su içiyordum. Canım, üryani erik hoşafı istedi. Ben bilmiyordum, unutmuştum; şiddetli bir arzu ile hararetimi teskin edecek eskide alıştığım ve çok istimal ettiğim üryani erik, bir kutu içinde ve Âsiye’nin has arkadaşlarından Nurcu Şerife Hanım’ın şekeriyle elime verildi. Ben de bu çok tatlı tevafukun hatırı için hem masumların, hem onların teberrüklerini yüz misli kadar kabul ettim. Umumunuza binler selâm.
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık, sarsılmaz, usanmaz, çekinmez, çekilmez kardeşlerim!
Evvelâ: Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selâse, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilakis, yazmağa şevk verir ve vermek gerektir. Çünki Nur’un hizmeti; hem maişet, hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi; ibadet-i tefekkürî nev’inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevablarına büyük yardımı olur.
Emirdağı Zabıtasıyla Bir Hasbihal
“Hem insaniyet namına istediğim bir hukukuma karşı yapılan, hayretimi mûcib acib bir muamelenin sebebi nedir?” diye bir sualim var.
Birincisi: Bir seneden beri sakladığım şekvamı vermedim. Şimdi zabıtanın vasıtasıyla Ankara makamatına vermek üzere, bir zâta gönderdik. Dedim: Afyon Emniyet Müdürü insaflıdır. Ona da bir suret elden gönderdim. Ondan istirahatıma dair bir eser beklerken, bilakis beni sıkıştıran zâtlara yazmış: “Bu güzel yazı onun değil, kim yazmışsa tahkik ediniz.” Acaba çok kuvvetli ve ayn-ı hakikat o şekvayı nazara almayıp lüzumsuz, ehemmiyetsiz, zararsız bir yazıyı merak etmek, benim istirahatımı bozmak; bin liraya ehemmiyet vermemek, beş paraya çok ehemmiyet vermek gibi olmaz mı? Yüzotuz risalelerden binler nüshaları ayrı ayrı yazılarla üç mahkeme inceden inceye tedkikten sonra ve onları yazanların mühim bir kısmı benimle beraber mahkemede bulunmaları ve zerre kadar medar-ı mes’uliyet olmadığı halde, “Kim ona yazıyor diye tahkik ediniz” demek yüzünden bir kanun, bir maslahat var mı? Bir bîçareyi bu bahane ile karakola çağırmak, endişe vermek ve bilhâssa benim ihbarımla istemek ne lüzumu var? İşte ben size haber veriyorum: Eğer arzu etsem, binler adam yazılarımı yazacaklar; hem her tarafta millet ve vatan menfaatine yazıyorlar.
İkincisi: İnsaniyet namına sizden isterim ki, tâ bayrama kadar benim yüzümü dünyaya çevirmeyiniz. Ben sizi düşünmediğim gibi; siz dahi beni unutunuz. Bu mübarek aylarda benim gibi dünyadan küsmüş bir bîçareyi, âhiret zararına gayet ehemmiyetsiz dünya işleriyle meşgul etmeye mecbur etmeyiniz.
Aziz, sıddık, bahtiyar, vefakâr, fa’al, sebatkâr kardeşlerim!
Evvelâ: Tekraren hem sizin receb-i şerifinizi ve Leyle-i Regaib’inizi tebrik, hem Safranbolu’lu kardeşlerimizin tebriklerine mukabeleten şuhur-u selâselerini ve dört leyali-i mübarekelerini ve Nurlarla gayet ciddî alâkalarını tebrik ederiz. Ve oranın şakirdleri namına yazılan tebrikname mektubunda benim pek çok kusurlu şahsıma verdikleri ünvanları ve senaları, Halil İbrahim’in bazı mektubları gibi, ta’dil ile “Risale-i Nur”a çevirip Lâhika’ya girmesini istedim. Fakat şahsım pek sarih bir tarzda mevzu yapıldığı için yakıştıramadım, şimdilik geri kaldı.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Kat’iyyen şekk ve şübhemiz kalmadı ki; bu hizmetimizin neticesi olan Risale-i Nur’un serbestiyetini değil yalnız biz ve bu Anadolu ve âlem-i İslâm alkışlıyor, takdir ediyor; belki kâinat memnun olup cevv-i sema, feza-yı âlem alkışlıyor ki; üç-dört ayda yağmura şiddet-i ihtiyaç varken gelmedi ve Denizli’de mahkemenin bilfiil teslimine karar vermesi, yine Leyle-i Mi’rac’da aynen Risale-i Nur’un bir rahmet olduğuna işareten Leyle-i Regaib’e tevafuk ederek kesretli melek-i ra’dın alkışlamasıyla ve rahmetin Emirdağı’nda gelmesi, o teslim kararına tevafuk etmesi ve bir hafta sonra demek Denizli’de vekillerin eliyle alınması hengâmlarında yine aynen Leyle-i Mi’rac’a ve Leyle-i Regaib’e tevafuk ederek aynen onlar gibi Cuma gecesinde kesretli rahmet ve yağmurun bu memlekette gelmesi o tevafuklarıyla kat’î kanaat verdi ki; Risale-i Nur’un müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku Küre-i Arz’ca bir itiraz olduğu gibi, bu Emirdağı memleketinde dört ay zarfında yalnız üç cuma gecesinde -biri Leyle-i Regaib, biri Leyle-i Mi’rac, biri de Şaban-ı Muazzam’ın birinci cuma gecesinde- rahmetin kesretli gelmesi ve Risale-i Nur’un da serbestiyetinin üç devresine tam tamına tevafuk etmesi; küre-i havaiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur’un da manevî bir rahmet ve yağmur olduğuna kuvvetli bir işarettir.
Aziz kardeşlerim!
Size iki puslayı Leyle-i Regaib’den altı saat evvel yazdım. “Hizb-ün Nuriye” kâğıd ile teslimden sonra, kat’iyyen benim kanaatimde bir nevi mu’cize-i Ahmediye olarak, iki aydan beri mütemadiyen kuraklık ve yağmursuzluk, her tarafta daima namazlardan sonra pek çok duaların akîm kaldığı ve herkes me’yusiyetten derd-i maişet endişesiyle kalben ağlarken, birden Leyle-i Regaib -bütün ömrümde hiç mislini işitmediğim ve başkalar da işitmediği- üç saatte yüz defa, belki fazla tekrar ile melek-i ra’dın yüksek ve şiddetli tesbihatıyla öyle bir rahmet yağdı ki; en muannide dahi Leyle-i Regaib’in kudsiyetini ve Hazret-i Risalet’in bir derece, bir cihette âlem-i şehadete teşrifinin umum kâinatça ve bütün asırlarda nazar-ı ehemmiyette ve Rahmeten lil’âlemîn olduğunu isbat etti ve kâinat o geceyi alkışlıyor diye gösterdi. Acaba, dualarımızda Isparta bu memleketle beraberdi, bu yağmurda hissesi var mı, merak ediyorum. Şimdiye kadar çok emarelerle Risale-i Nur bir vesile-i rahmet olmasından, bu rahmet îma eder ki; her halde ehemmiyetli bir fütuhatı perde altında vardır ve belki serbestiyetine bir işarettir. Hem burada “Lem’alar”ın verdiği iştiyak cihetiyle yazıcıların çoğalması, inşâallah bir nevi makbul dua hükmüne geçti.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sual: “Tevafukla bu keramet nasıl kat’î sabit oluyor?” diye kardeşle-rimizden birisinin sualine küçük cevabdır.
Elcevab: Bir şeyde tevafuk olsa, küçük bir emare olur ki; onda bir kasd var; bir irade var; rastgele bir tesadüf değil. Ve bilhâssa tevafuk birkaç cihette olsa, o emare tam kuvvetleşir. Ve bilhâssa yüz ihtimal içinde iki şeye mahsus ve o iki şey birbiriyle tam münasebetdar olsa, o tevafuktan gelen işaret sarih bir delalet hükmüne geçer ki; bir kasd ve irade ile ve bir maksad için o tevafuk olmuş, tesadüfün ihtimali yok.
İşte bu mes’ele-i Mi’raciye de aynen böyle oldu. Doksandokuz gün içinde yalnız Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi’raca yağmur rahmetinin tevafuku ve o iki gece ve güne mahsus olması, daha evvel ve daha sonra olmaması ve ihtiyac-ı şedidin tam vaktine muvafakatı ve Mi’raciye Risalesi’nin burada çoklar tarafından şevk ile kıraat ve kitabet ve neşrine rastgelmesi ve o iki mübarek gecenin birbiriyle birkaç cihette tevafuk etmesi ve mevsimi olmadığı için acib gürültülerle, söylenmeyecek maddî manevî zemin gürültüleriyle feryadlarına tehdidkârane ve tesellidarane tevafuk etmesi ve ehl-i imanın me’yusiyetinden teselli aramalarına ve dalaletin savletinden gelen vesvese ve za’fiyetine karşı kuvve-i maneviyenin takviyesini istemelerine tam tevafuku, bu geceler gibi şeair-i İslâmiyeye karşı hürmetsizlik edenlerin hatalarına bir tekdir olarak, kâinat bu gecelere hürmet eder, neden siz etmiyorsunuz? diye manasında, kesretli rahmetle şeair-i İslâmiyeye karşı, hattâ semavat ve feza-yı âlem hürmetlerini göstermekle tevafuk etmesi, zerre mikdar insafı olan bilir ki; bu işde hususî bir kasd ve irade ve ehl-i imana hususî bir inayet ve merhamettir, hiçbir cihetle tesadüf ihtimali olamaz. Demek hakikat-ı Mi’rac, bir mu’cize-i Ahmediye (A.S.M.) ve keramet-i kübrası olduğu ve Mi’rac merdiveni ile göklere çıkması ile Zât-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) semavat ehline ehemmiyetini ve kıymetini gösterdiği gibi; bu seneki Mi’rac da zemine ve bu memleket ahalisine kâinatça hürmetini ve kıymetini gösterip bir keramet gösterdi.
Umum kardeşlerimizin gelecek mübarek Ramazan-ı Şerifinizi ve geçmiş Berat gecelerinizi bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, onların ve bizlerin hakkımızda bu Ramazan’daki Leyle-i Kadrimizi bin aydan hayırlı ve bin ay kadar medar-ı sevab eylesin, ümmet-i Muhammediyeye saadet ve selâmet versin, âmîn!
Hem cümlenize birer birer selâm eden kardeşiniz Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Geçen mübarek Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ederiz. Bu sene Berat Gecesi, Nurcular hakkında çok bereketli ve kerametli olduğuna bir emaresini hayretle gördük. Şöyle ki:
Ben Berat Gecesinden az evvel Asâ-yı Musa tashihiyle meşgul iken; bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: “Müjde mi getirdin?” İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi hiç ürkmedi. Asâ-yı Musa (Haşiye) üstüne çıktı, üç saat oturdu; ekmek, pirinç verdim, yemedi; tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berat gecesinde, tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allah’a ısmarladık nev’inden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi; bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asâ-yı Musa’yı, hem beratımızı tebrik etmek istedi.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bütün ruh u canımızla, geçen Leyle-i Beratınızı tebrik ediyoruz.
Sâniyen: Nur’un ehemmiyetli bir kumandanı ve naşiri Re’fet Bey’in Nur hizmeti için İstanbul’a gitmesi çok iyi, çok güzeldir. Zâten oraya, onun gibi bir Nurcu lâzımdır. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin, âmîn.
Sâlisen: Ben ikisini Câmi-ül Ezher ülemasına, ikisini Medine-i Münevvere’nin Ravza-i Mutahhara civarındaki âlimlerine, ikisini de Şam-ı Şerif heyet-i ülemasına göndermek üzere üç Asâ-yı Musa, üç Zülfikar’ı hazırladım. Başlarında, evvelce Câmi-ül Ezher ülemasına hitaben size gönderdiğimiz bir mektub dercedilmiştir. Mümkün olduğu kadar çabuk göndereceğiz inşâallah.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bütün ruh u canımızla geçmiş rahmetli ve bereketli ve kerametli ve yağmurlu Mi’rac-ı Şerifinizi tebrik ve emsal-i kesîresiyle müşerref olmaklığınızı rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz. Ve bu sene aynen geçen sene gibi, Mi’rac gecesinden evvel gecede, hiç emsali görülmemiş bir tarzda yağmurun gelmesi ve Mi’rac gecesi ve gündüzünde devam etmesi, kâinat ve anasır bu mübarek geceyi alkışladığına bir alâmet olduğu gibi, Zülfikar ve Asâ-yı Musa’nın fütuhatlarına -hususan resmî dairelerde- bir emaresi olduğuna kanaatımız kat’îdir. Ve bu mübarek gecenin yarısına kadar şiddetli ve çalışmağa bir derece mani’ bir rahatsızlık ve sancı birdenbire zâil olmaları bana kanaat verdi ki; bu mübarek gecede kardeşlerim sıhhat ve âfiyetim için duaları, hakkımda makbuliyetinin eseri olduğuna ve o gecenin bir mikdarında ziyade hastalık cihetiyle herbir saati on saat kadar sevablı bulunmasını bir nevi manevî müjde aldım; Allah’a şükrettim. Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükür olsun dedim.
Sâniyen: Nur’un bir kumandanı kardeşimiz Re’fet Bey’in Ankara seyahatıyla Nurlara, az bir zamanda büyük bir hizmete muvaffak olduğuna şübhe yoktur. İnşâallah yakında eseri görünecek. Hususan Diyanet Riyaseti’nin müntesibleri umumen Zülfikar ve Asâ-yı Musa mecmualarını takdir ve tahsin ile karşılamaları ve tenkid değil, belki himaye ve müdafaa edeceklerine söz vermeleri, çok ehemmiyetli bir hâdisedir ve Zülfikar ve Asâ-yı Musa’ya parlak bir ilânnamedir.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve gelecek Leyle-i Kadr’i herbir Nurcu hakkında seksen üç sene ibadetle geçmiş bir ömür hükmüne geçmesini hakikat-ı Leyle-i Kadr’i şefaatçi ederek rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bu aşr-i âhir-i Ramazan’da her gece, hususan tek gecelerde Leyle-i Kadr’in bulunmak ihtimali kuvvetli olduğunu hadîs-i şerif ferman ediyor. Onun için Nurcular, o nur-u a’zamdan istifadeye çalışmak gerektir.
EMİRDAĞ LAHİKASI -2
Evvelâ: Bütün ruh u canımızla Receb-i Şerifinizi ve şuhur-u selâsenizi tebrik edip Cenab-ı Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz ki, hakkınızda ve hakkımızda seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandırmağa bu üç mübarek ayı vesile eylesin, âmîn.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz
Evvelâ: Bütün ruh u canımızla Receb-i Şerifinizi ve şuhur-u selâsenizi tebrik edip Cenab-ı Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz ki, hakkınızda ve hakkımızda seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandırmağa bu üç mübarek ayı vesile eylesin, âmîn.
Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Leyle-i Mi’racınızı tebrik ve içinde ettiğiniz duaların makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden niyaz ederiz. Ve bu havalide Mi’rac gecesinden bir gün evvel ve bir gün sonra müstesna bir surette rahmetin yağması işarettir ki, bu vatanda bir umumî rahmet tecelli edecek, inşâallah.
Bu sene Mısır radyosu perşembe gecesi Mi’rac’dan çok bahsetmesinden hem perşembe ve hem de cuma gecesi Mi’rac yaptım.
Sâniyen: Bizden müsadere edilen İşarat-ül İ’cazı Afyon jandarma kumandanlarından birisi hiddet etmiş ki, bunun gibi ilmî ve eskiden yazılmış bir eseri ne hakla müsadere ediyorlar. Ve Afyon Müddeiumumîliği iadesine karar vermiş. Ve bize cuma günü ve Mi’rac günü Hayri’yi çağırmışlar ve iade etmişler. Bunu da Tarsus’taki iade misillü Nurların intişarına sed çekilmeyeceğine bir işaret-i Mi’raciye diye kabul ettik. İnşâallah Kur’anımızı ve diğer risalelerimizi Afyon’dan alacağız. İstanbul’da savcılığa verilen bir kısım Rehberlerimiz, başta Eski Said’in mühim bir talebesi Avukat Mehmed Mihri ve dava vekili damadı Âsım olarak demişler ki: “Elli avukat ile beraber bu mes’ele için mahkemeye gireceğim. Fakat inşâallah ona hacet kalmadan ve mahkemeye düşmeden alacağım.”
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!
Evvelâ: Medreset-üz Zehra erkânlarının arzularıyla verilen bir dersin bir hülâsasını sizlere de söylemeyi münasib gördük. O dersin mevzuu da: Umum kâinat mevcudatı hesabına Mi’rac Gecesinde, Fahr-i Kâinat ve netice-i hilkat-ı âlem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, huzur-u İlahîde nev’-i beşerin, belki umum zîhayat, belki umum mahlukat namına selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ demesi; ve içinde bir küllî mana bulunduğundan bütün ümmet her gün çok defa namazlarında zikretmesi ile ve ehl-i iman içinde, herbir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulunduğu; ve bundan evvel “Hüve Nüktesi”nin haşiyesinde, radyo vasıtasıyla hava unsurunun hârika mu’cizat-ı kudreti göstermesi cihetinde kalbe ihtar edildi ki:
Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi netice verecek bu kısacık ömr-ü dünyevîde ettiği ibadette bir küllî ibadet, âdeta kendi hususî dünyasıyla beraber ibadet etmiş gibi kendi hususî dünyası kadar bir mükâfat alacağı işarat-ı Kur’aniyeden anlaşılır diye; Hüccetüzzehra’nın İkinci Makamında İlm-i İlahî mebhasinde اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ ilââhire’nin küllî manaları ruhuma gelip, öylece teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ derken, birden hayalime hususî dünyamın dört unsuru olan toprak, su, hava, nur unsurları dört küllî dil oldular. Herbir dil, milyarlar hattâ trilyonlar, katrilyonlar adedince اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ kelimelerini lisan-ı hal ile söylüyorlar; hayalen gördüm.
Bu unsurlardan toprak unsuru bir dil olarak bütün zîhayatların herbiri bir kelime-i zîhayat olup اَلتَّحِيَّاتُ derler. Çünki herbir avuç toprak ekser nebatata saksılık edebilir ve menşe’ olabilir bir vaziyettedir. O halde herbir avuç toprakta, ya bütün beşerin meydana getirdikleri bütün fabrikaların adedince manevî küçücük mikyasta fabrikalar -herbir avuç toprakta- bulunacak. Bu ise hadsiz derecede imkânsız… Veyahut bir Kadîr-i Mutlakın hadsiz kudreti, nihayetsiz ilmi ve iradesiyle olacak. Demek toprak unsuru, bütün eczası ile ve zerratı ile bu mazhariyet için hadsiz اَلتَّحِيَّاتُ لِلّهِ der. Yani: Ezelden ebede kadar bütün zîhayatların hayat hediyeleri Zât-ı Vâcib-ül Vücud’a hastır.
Sonra herkesin hususî dünyasındaki gibi, benim de hususî dünyamın ikinci unsuru olan su unsuru dahi, küllî bir lisan olarak bütün zerratı ile, hususan zîhayatların menşe’lerine ve yaşamalarına hizmetleri noktalarında, trilyonlar, katrilyonlar adedince اَلْمُبَارَكَاتُ kelime-i mübarekesini lisan-ı hal ile kâinatta neşrediyor.
Çünki suyun katrelerinin gördüğü vazifeler, hususan nutfelerin ve çekirdeklerin ve tohumların intibahında ve uyanıp vazife-i fıtriyelerine mazhar olmakta ve gayet acib ve güzel ve hârika o küçücük mahlukların ve yavruların büyük ve gayet intizamlı ve mükemmel vazifelere mazhariyetlerini bütün zîşuura tebrik ile bârekâllah dediren ve hadsiz bârekâllah, mâşâallah dedirmeye vesile olmaya lâyık olan o mübareklerin o vaziyetleri; o su unsurunun herbir zerresinin binler Eflatun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi bulunmak lâzımdır. Bu ise, suyun zerratı adedince muhaldir. Öyle ise bir Kadîr-i Zülcelal’in ve bir Rahman-ı Rahîm’in hadsiz kudret ve rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o hadsiz mu’cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler adedince اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّهِ kelimesini külliyetiyle söylediklerinden, bütün mahlukat namına, Mi’rac Gecesinde, netice-i hilkat-ı âlem olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّهِ demiş. Yani: Bütün bu medar-ı tebrik ve mâşâallah ve bârekâllah dediren bütün haletler ve san’atlar Zât-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğundan, bütün o hadsiz اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّهِ leri Cenab-ı Hakk’a, huzuruyla hediye ediyor.
Sonra, herkesin hususî dünyasındaki hava unsuru dahi bir hüve kadar herbir avuç havadaki herbir zerre, mazhar oldukları santrallık, âhize ve nâkilelik vazifeleri içinde bütün duaları ve salavatları ve ricaları ve ibadetleri ifade eden اَلصَّلَوَاتُ لِلّهِ cümlesini lisan-ı halleriyle dedikleri için; hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarını katrilyonlar belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sâni’lerine, Hâlıklarına takdim ettiklerinden onların namlarına o küllî mana ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Cenab-ı Hakk’a, اَلصَّلَوَاتُ لِلّهِ diye takdim etmiştir.
Yani: “Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlık-ı Külli Şey’e mahsustur.” Çünki “Hüve Nüktesi”nin haşiyesinde denildiği gibi: Ya, hüve kadar bir avuç havanın herbir zerresi, umum dilleri bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yakın-uzak herşeyi işitecek ve her şiveyi ve her harfin tarzını tam bilecek ve çok işleri beraber, şaşırmadan görecek bir kudret-i mutlaka ve irade-i tâmmeye mâlik olacak. Bu ise hava zerreleri adedince muhal olmasından, elbette ve elbette şübhesiz ve kat’î bir zaruretle o zerrelerin herbiri, Sâni’-i Hakîm’i bütün sıfâtıyla gösterip şehadet eder. Âdeta küçük bir mikyasta âlemin büyük şehadeti kadar şehadetleri vardır.
Demek zerrat-ı havaiye adedince salavatları ifade eden, Mi’rac-ı Ahmedî Aleyhissalâtü Vesselâm’da اَلصَّلَوَاتُ لِلّهِ denilmiştir.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Hadîs-i şerifin sırrıyla Ramazan-ı Şerif’in nısf-ı âhirinde, hususan aşr-ı âhirde, hususan tek gecelerde, hususan yirmiyedisinde; seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandırabilen Leyle-i Kadr’in ihyasına ve herbiriniz umum Nur talebeleriyle beraber, hususan bu bîçare çok kusurlu, hasta, zaîf kardeşinizi hissedar etmenizi ve herbirinizin dualarınızın binler manevî âmînlerin teyidiyle dergâh-ı İlahîde kabul olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Âlem-i İslâm’da Leyle-i Kadir telakki edilen bu Ramazan-ı Şerifin yirmiyedinci gecesinde bir nevi tesemmüm ile şiddetli bir mide hastalığı içinde sinirlerimi ve vicdan ve kalbimi istilâ eder gibi bir diğer dehşetli hastalık hissettim. Bu maddî ve manevî iki dehşetli hastalık içerisinde şefkat hissi ile bütün zîhayatların elemleri hatıra geldi. Şahsî hastalığımdan daha ziyade elîm bir halet-i ruhiyeyi hissettim. Bununla beraber seksen küsur seneye varan ömrümün sonunda seksen sene manevî bir ibadeti kazandıran en son Leyle-i Kadre lâyık çalışamıyacağım diye, sâbık iki dehşetli hastalıktan daha şiddetli hazîn bir me’yusiyet içinde a’saba gelen ve nefs-i emmarenin vazifesini gören bir elîm his beni ezdiği aynı zamanda Âyet-i Hasbiyenin bir sırrı imdadıma yetişti. Bu üç hastalığı izale edip Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, hilaf-ı me’mul bir tarzda dayandım. Bu üç hastalığıma da böyle üç merhem sürüldü:
GENÇLİK REHBERİ
Aziz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
Risale-i Nur şakirdlerinin böyle bir hâdisede manevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve a’mal-i sâlihaya medar olur.
Aziz kardeşlerim!
İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum
HİZMET REHBERİ
Risale-i Nur’un şakirdleri,
böyle bir hâdisede manevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve a’mal-i sâlihaya medar olur.
Aziz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhur-u selâsenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar. Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki: Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için dünyevî merak-aver mes’elelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve’nin Dördüncü Mes’elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve gelecek Leyle-i Kadir herbir Nurcu hakkında seksen üç sene ibadetle geçmiş bir ömür hükmüne geçmesini hakikat-ı Leyle-i Kadr’i şefaatçi ederek rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoru
KASTAMONU LAHİKASI
Bu defa me’mulüm fevkindeki kaleminizle manevî hediyeniz isbat etti ki: İhtiyar, zaîf, âciz bir Said yerine; genç, kavî, iktidarlı çok Said’ler sizlerde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı iman… Hadsiz şükür ve sena olsun ki; Rabb-ı Rahîm sizleri Risalet-ün Nur’a hâmi, naşir, sahib, şakird eylemiş. Bizlere pek çok ağır müşkilât içinde kudsî hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş. Zaman ve zemin, sizler ile çok müştak olduğum uzun konuşmayı hoş görmediği için kısa kesip, ruh u canımla herbirinize binler selâm, mâşâallah bârekâllah derim.
Bu mübarek şuhur-u selâsede duanıza çok muhtaç kardeşiniz Said Nursî
İkinci Mes’ele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde, şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhen bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebeb, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor. Manevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede Âlem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor. Müdhiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.
Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi; dünya sergisi açılmağa başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir. Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünki başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeğe sebebdir. Zira gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmağa kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.
Aziz ve sıddık kardeşlerim ve fedakâr ve sadık arkadaşlarım!
Evvelâ: Sizin, bu mübarek şuhur-u selâse ve içindeki kıymetdar leyali-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regaib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, âmîn.
Mübarekler kahramanlarından Küçük Ali’nin mektubu da bana büyük bir ümid verdi.
Merhum Abdurrahman’ın elhak tam bir halefi olan kıymetdar ve mübarek büyük kardeşi olan Mustafa Hulusi’nin, Hâfız Ahmed isminde mübarek bir mahdumu, peder ve amucaları sisteminde Risale-i Nur’a hizmet etmesi, yeniden Abdurrahman dünyaya gelmesi kadar beni müferrah etti. tayna’da istihrac-ı gaybîdeki mücmel hakikata dair birden kalbe ihtar edilen bir fıkra ile Tesettür Risalesi’ne haşiye gönderiyoruz. Bu şuhur-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenab-ı Hak her bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi’rac ve Leyle-i Berat ve Leyle-i Kadir kadar kıymetdar eylesin, âmîn.
Risale-i Nur’un kahramanı olan Hüsrev’in bu defaki iki hediye-i kudsiyesi ve kerametkârane o iki semavî hediyenin manevî i’cazını gözlere de gösterir bir tarzda bu şuhur-u selâsede bizlere ve bu muhite hediye etmesi, Risale-i Nur nokta-i nazarında mu’cizane bir hizmettir. İnşâallah o Gül fabrikasının kalemi, buraları da bir gülistana çevirecek. Cenab-ı Hak o kalem sahibine, yazdığı her harf-i Kur’an’a mukabil Leyle-i Kadir’deki gibi otuzbin sevab ve rahmet ve hasene versin, âmîn âmîn âmîn.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Seksen küsur sene bir ömr-ü manevîyi sizlere kazandıracak olan şuhur-u selâse-i mübarekeyi ve bilhâssa bu geceki Leyle-i Regaib’i tebrik ediyoruz. Sizin beraetiniz ve manen galebeniz, zalimleri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanane taarruzdan vazgeçip, dostane hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için, memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz bir cihette daha zararlı görünüyor.
Ben bu sene çok zaîf ve ihtiyar ve âciz bir halde bulunduğumdan, genç kardeşlerimden manevî muavenetlerini bu mübarek şuhur-u selâsede rica ediyorum. Herbirisine birer birer selâm ve dâreynde selâmetlerine dua ediyoruz.
Said Nursî
Aziz kardeşlerim!
İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
Said Nursî
Aziz, sıddık, mübarek, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın bir vech-i i’cazını hârika kalemiyle gösteren ve mütemadiyen defter-i hasenatına, o yazdığı Kur’an’ları okuyanların sevabları yazılan kıymetdar Hüsrev!
Bana gönderdiğin iki mübarek nüshadan birincisini size Hilmi Bey’le gönderdim. Bir hiss-i kabl-el vuku’ ile, sen Isparta’dan ayrılacaksınız diye ikisini birden bize göndermiştin. Çok da iyi oldu. Şimdi Isparta Medreset-üz Zehra-i Ekber ve Medrese-i Nuriye-i Kübra olduğundan; bu kudsî eser orada, hususan şuhur-u selâse gelmek üzere bir zamanda lâzımdır. İnşâallah orada da, bizim gibi cüzleri ile taksim ile hatmeler okunacak.
Aziz, sıddık, mücahid kardeşlerim Hasan Âtıf ve sadık rüfekası!
Evvelâ: Bu şuhur-u selâse-i mübarekenizi tebrik ediyoruz. Sizin kalemlerinizin yâdigârları ve Risale-i Nur’dan ayrılmamak ve sebat etmek senedleri olan yazılarınızı ve dininizi dünyanın çok fevkinde tutmanıza işaret veren dünya sureti üstündeki çizgilerinizi ve iman hizmetinde daima sebat etmenize vesikalar hükmündeki imzalarınızı kemal-i memnuniyetle aldık, kabul ettik. Cenab-ı Hak sizlere, hazine-i rahmetinden onların hurufatı adedince defter-i a’malinize haseneler yazsın, âmîn.
Altıncısı: Seksen küsur sene manevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim, hak verdim.
Bu hâdise münasebetiyle yine bugünlerde hatırıma gelen bir vakıayı beyan ediyorum:
Ben namaz tesbihatının âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i şerifte “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer” Risale-i Nur’da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir surette, Kur’anın âyet-ül kübrasının iki tefsiri olan iki Âyet-i Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım; size gönderdiğim Âyet-ül Kübra Risalesi’nin Birinci Makamı’nın hülâsasından müntehab güzel bir sırrını hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem’a-i Arabiye’den müstahrec nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumağa başladım. Birkaç gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım. Ve bütün risalelerin hususî menba’ları, madenleri olan binden ziyade âyât-ı Kur’aniyeyi, kendi Kur’anımda evvelce işaretler koyup bir Hizb-i A’zam-ı Kur’anî yapmak niyet etmiştim. Şimdi bu hizb-i a’zam ve bu vird-i ekber, Risale-i Nur mensublarına bazı eyyam-ı mübarekede okunması için bir zaman size de göndermek hakkınız var. İnşâallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazı kelimelerini tercüme ve bir kısım kayıdlarını tefhim için, vakit bulsam gayet kısa haşiye gibi bir şeyi yazacağım.
Umum kardeşlerime ve hizmet-i Kur’aniyede bütün arkadaşlarıma hasret ve iştiyak ile binler selâm.
Dualarınıza muhtaç Said Nursî
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve bu eyyam-ı mübarekede dua ederiz. Ve makbul dualarını, gelecek eyyam ve leyali-i mübarekede istiyoruz.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz. Ve bu mübarek eyyamda ve leyalide dualarını isteriz.
Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve vâlideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk’a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle, Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.
Risale-i Nur’un şakirdleri, böyle bir hâdisede manevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve a’mal-i sâlihaya medar olur.
Aziz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin fevkalâde sebat ve ihlasınızın galebesi ve o musibeti def’inden sonra, ehl-i dünya cepheyi değiştirdi. Zındıkanın desiseleriyle bu havalide bizlere karşı perde altında maddî ve manevî tahşidatı başlamış. Gayet dikkatle ve şeytancasına, şakirdlerin hakikî kuvvetleri olan tesanüdü bozmağa çalışıyorlar. Sizlere risaleleri iade ettikleri halde, kurnazcasına dolaplar çevriliyor. Biz sizin bir şubeniz hükmünde olduğumuz halde, bizi asıl ve merkez telakki ettiklerinden, daha ziyade desiseleri bize karşı istimal ediyorlar. Hâfız-ı Hakikî Cenab-ı Hak’tır. İnşâallah hiçbir zarar edemeyecekler. Fakat bu şuhur-u mübarekenin eyyam ve leyali-i mübarekesinde hâlis dualarınız ile bize yardım ediniz. Birşey yok. Fakat mümkün oldukça ihtiyatlı ve dikkatli olunuz. Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhü) ve Gavs-ı Geylanî (Kuddise Sırruhu) gibi kahramanların manevî teminatı قُلْ وَ لاَ تَخَفْ ve وَلاَ تَخْشَ hitabları, bize her vakit cesaret ve kuvve-i maneviye veriyor.
Kâtib Osman’ın mektubunda, kahraman Rüşdü’nün bahadır biraderi Burhan’ın, risalelerin kurtulmasına çok hizmet ettiğini yazıyor. Zâten o cesur kardeşimizin eskiden de bu çeşit hizmetleri vardı. Hem ona, hem Risale-i Nur’un kurtulmasına çalışanlara ve medhali bulunanlara, hattâ mahkeme reisine ve insaflı a’zalarına hem dua, hem teşekkür ediyoruz. Münasib görülse, mahkeme reisine hususî teşekkürümüzü beyan edersiniz.
Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selâm ve dua ederiz. Ve mübarek dualarını bu mübarek Ramazan-ı Şerif’te ve bire bin kazancı kazandıran eyyam ve leyali-i mübarekede rica ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz Said Nursi
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!
Bu mübarek eyyam ve leyali-i şerifede mübarek dualarınıza daha ziyade ihtiyacımı göstermek için, bundan evvelki mektubda, titiz atın yüzünden gelen musibet gerçi ondan dokuzu nimete inkılab etti. Ondan birisi, eskiden beri bende bulunan kulunç illetine ve romatizma hastalığına iltihak edip, beni yatağa düşürdü. Fakat merak etmeyiniz, ben kalkıyorum geziyorum. Kat’iyyen -bugün gönderdiğiniz risaleleri tashih ederken- kanaatım geldi ki; o musibetin bâki kalan ondan birisi, on derece bir nimet hükmünde oldu. Ve on adedden ziyade faidelerinden bir faidesi şudur ki:
Ben tashihatta gerçi usanmıyordum, fakat her tashihte yine ders alıp istifade etmek bir âdetimdi. Bazı çok zevk alıyordum. Bu mevsimde dağlarda, bağlardaki güzel san’at-ı İlahiyeyi temaşa zevki, o tashihteki zevkime galebe ediyordu. Bu yeni musibetteki mütemadiyen kendini ihsas eden hastalık, kemal-i zevk u şevkle Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın Lem’asıyla, Hastalık Lem’asını her nüshada yeniden görüyorum gibi okuyup tashih ediyorum. Kat’iyyen şübhem kalmadı ki; o zahmetli hastalık, o lezzetli, rahmetli vazife-i nuriye için verilmiş. Gerçi harekâtımda, namaz ve abdestte sıkıntı veriyor; fakat hastalıkla ubudiyet muzaaf sevabı olduğu gibi, bu tashihat-ı nuriyedeki zevk, o sıkıntıları hiçe indirdi. اَلْحَمْدُ لِلّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَ الضَّلاَ
İkinci Mes’ele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde, şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhen bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebeb, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor. Manevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede Âlem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor. Müdhiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.
Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi; dünya sergisi açılmağa başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir. Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünki başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeğe sebebdir. Zira gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmağa kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Şuhur-u Muharreme’den sonra, hususan bahara yakın, hayat-ı dünyeviye gafleti bir derece fütur vermekle beraber; bazı sarsıntılar ve hastalıklar ve askerliğe gitme cihetinde Risale-i Nur’un hizmetine bir derece za’f gelmiş diye endişe ediyordum. Cenab-ı Hakk’a şükür ki; mektublarınız ve Âtıf Hasan’ın gelmesiyle o endişe zâil oldu. O mektubunuzda, çok ehemmiyetli bir hâdise-i nuriyeden bahis var ki, Hizb-ül Ekber-ül Kur’an’ı tab’etmek teşebbüsüdür.
Evet o Hizb-ül Ekber’deki âyât; bütün Resail-i Nuriye’nin ruhu, esası, madeni, üstadı ve güneşidir. Onun tab’ından sonra mümkünse, Risale-i Nur’un Hizb-ül Ekberi namında arabiyy-ül ibare ve iki Âyet-ül Kübra ve Münacat’ın hülâsası olan risaleyi dahi tab’etmek lâzımdır. Fakat elinizdeki nüsha, benim nüsham gibi mükemmel değil. Biz burada yazıp, isterseniz size gönderelim. İsterseniz, İstanbul’da matbaada olan vekilinize gönderelim. Adresini bildiriniz.
Kardeşimiz Hasan Âtıf, hakikaten Risale-i Nur’un hizmetine pek çok lâyık ve müstaiddir. Müstesna hattıyla beraber ihlası, irtibatı, alâkadarlığı, ciddiyeti, sadakatı dahi mükemmeldir. Cenab-ı Hak onun emsalini çoğaltsın. Bu kardeşimizi yirmi mektub yerinde, size canlı bir mektub olarak gönderdik.
Dördüncüsü:
Bizimle alâkadar bir zât, pek çokların şekva ettikleri gibi; eskiden şiddetli bir tarîkatta okuduğu evradındaki zevk u şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifane şekva etti. Ona dedik:
Maddî hava bozulduğu vakit nasılki sıkıntı veriyor, asabî sînelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de, bazan manevî hava bozuluyor. Hususan maneviyattan yabanileşmiş bu asırda ve bilhâssa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede manevî havayı tasfiye eden âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup havayı bozan dalaletlerin tesirleri zamanında ve bilhâssa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhreviyeye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi ânında elbette böyle kudsî evradlarda zevk, şevk yerinde esnemek ve fütur gelir. Fakat madem خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrıyla; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mal-i sâliha ve umûr-u hayriye daha kıymetli, daha sevablıdır; o sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurane şükretmek gerektir.
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin Leyle-i Berat’ınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr’i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i a’malimize böyle geçmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz ve böylece, bayrama kadar اَللّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ duasını etmeye niyet ettik.
Hem sizin iki mu’cizeli Kur’anı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşâallah o derece medar-ı bereket ve sevab ve hasenat ve fütuhat olacak ki; hakkımızda bu Ramazan’ın herbir günü bir Leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlahiyeden ümid ederiz.
Dördüncüsü: Bu mübarek aylarda, pek çok iştiyak ve ihtiyaç ile fazla a’mal-i uhreviyede bulunmak arzusuyla beraber; mevsim ve bazı esbab cihetiyle muvaffak olamayarak fazla müteessir idim. Bu hastalık, tam bu aylara lâyık bir tarzda, hastalıktan gelen ihlas ve kesret-i sevab cihetiyle azîm bir menfaati oldu. Beni gündüzde dağ ve bağları gezmekten men’ettiği gibi; gece uyku ve gafletten kurtarıp, kemal-i tazarru’ ve niyaz ile geceleri ihyaya sebeb oldu.
Beşincisi: Geçenki Ramazan’daki hastalık gibi bu hastalık dahi, fedakâr kardeşlerimin şefkatlerini heyecana getirip, benim hesabıma a’mal-i uhreviyelerinin bir nevi zekatını vermek; nâkıs, kusurlu sermayemi, birden ona, belki yüze ve bine çıkarmağa sebeb olmasıdır.
Altıncı faidesi: Hastalara yirmibeş deva-i imanî veren risalenin ilâçlarını nefsimde tatbik ederek, ayn-ı hakikat olduğunu tasdik edip, a’sab ve sinirden gelen ziyade hassasiyetimden kıymetsiz fâni işleri, lüzumsuz ve endişeli meraktan ve faidesiz ve zararlı alâkadan bir derece kurtulmağa sebeb olmasıdır.
Umum kardeşler ve hemşirelerimize birer birer selâm ve selâmetlerine dua ve dualarını rica eden kardeşiniz
Said Nursi
Aziz ve sıddık kardeşlerim ve fedakâr ve sadık arkadaşlarım!
Evvelâ: Sizin, bu mübarek şuhur-u selâse ve içindeki kıymetdar leyali-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regaib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, âmîn.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Seksen küsur sene bir ömr-ü manevîyi sizlere kazandıracak olan şuhur-u selâse-i mübarekeyi ve bilhâssa bu geceki Leyle-i Regaib’i tebrik ediyoruz. Sizin beraetiniz ve manen galebeniz, zalimleri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanane taarruzdan vazgeçip, dostane hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için, memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz bir cihette daha zararlı görünüyor.
Altıncısı: Seksen küsur sene manevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim, hak verdim.
İsmail oğlu Hüseyin’in hastalığı beni müteessir etti. İnşâallah tam bir Lütfü olacak, çok da hizmet edecek. Sizlerin buraya gelen mektublarınız, kısmen tensîkla Lâhika’ya dercediliyor. Size bu defa mahrem Sırr-ı İnna A’tayna’da istihrac-ı gaybîdeki mücmel hakikata dair birden kalbe ihtar edilen bir fıkra ile Tesettür Risalesi’ne haşiye gönderiyoruz. Bu şuhur-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenab-ı Hak her bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi’rac ve Leyle-i Berat ve Leyle-i Kadir kadar kıymetdar eylesin, âmîn.
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin Leyle-i Berat’ınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr’i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i a’malimize böyle geçmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz ve böylece, bayrama kadar اَللّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ duasını etmeye niyet ettik.
Hem sizin iki mu’cizeli Kur’anı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşâallah o derece medar-ı bereket ve sevab ve hasenat ve fütuhat olacak ki; hakkımızda bu Ramazan’ın herbir günü bir Leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlahiyeden ümid ederiz.
Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur’an’ı, Risale-i Nur’un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif’te, herbiri her günde bir cüz’ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan’ın her gününde bir hatme-i Kur’aniye olarak, manevî ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu’yu ihata eden bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşî’de hatme-i hacegân tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur’un bütün şakirdleri manen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak, o kudsî hatmeyi yapmak, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden tevfik niyaz ederiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin geçmiş Leyle-i Mi’rac ve gelecek Leyle-i Beratınızı tebrik ediyoruz ve makbul dualarınızı rica ediyoruz.
Aziz, sıddık, mübarek, metin kardeşlerim!
Sizin Leyle-i Berat’ınızı ve gelen Leyali-i Ramazan-ı Mübareke’nizi tebrik ederiz. Cenab-ı Hakk’a yüzbinler şükür olsun ki, Risale-i Nur kendi kendine tevessü’ ediyor. Her tarafta fütuhatı var. Ehl-i dalaletin hileleri onu durdurmuyor, bilakis çok dinsizler teslim-i silâh ediyorlar. Hâfız Ali’nin dediği gibi, korkuları pek ziyadedir. Şimdi dinsizlik taassubuyla değil, korku cihetiyle ilişiyorlar. O korku, Risale-i Nur lehine dönecek inşâallah.
Nur fabrikasının sahibi, bu defaki mektubundaki hârika ve yüksek duası, onun fevkalâde ihlas ve sadakatinin bir tereşşuhatı nazarıyla baktığımızdan, bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zannını Risale-i Nur hesabına kabul edip, duasına âmîn deriz. O Nur fabrikasının mektubu, Hasan Âtıf’ın mektubuyla Leyle-i Berat akşamında elimize geçti. O gecemize, bereketli ve mübarek bir tebrik nev’inde telakki eyledik.
Aziz kardeşlerim! Bu mübarek Ramazan’da dahi geçen Ramazan gibi, bu âciz ve zaîf kardeşinize, manevî ve uhrevî sa’y ve çalışmanızdan zekat mikdarınca vermenizi ve onun hesabına bir mikdar çalışmanızı ve ziyade hüsn-ü zannınız ile ona tahmil ettiğiniz ağır yüke o cihette yardımınızı pek çok rica ederim.
Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalalet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler, inşâallah.
Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dua ederiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin mi’racınızı tebrik ve Mi’rac Sahibi’nin (A.S.M.) sünnet-i seniyesine sizi ve bizi tam muvaffak eylemesine rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz. Size, bu bir-iki gün zarfında nazar-ı dikkati celbeden bir-iki küçük mes’eleyi yazıyorum:
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşâallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar Leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymetdar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes’id ederim.
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin Leyle-i Berat’ınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr’i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i a’malimize böyle geçmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz ve böylece, bayrama kadar اَللّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ duasını etmeye niyet ettik.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duaların, Cenab-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimîn’den niyaz ederim.
Sâniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem Âlem-i İslâm için, hem Risale-i Nur şakirdleri için gayet ehemmiyetli ve pek çok kıymetlidir. Risale-i Nur şakirdlerinin iştirak-i a’mal-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, herbirisinin kazandığı mikdar, her bir kardeşlerine aynı mikdar defter-i a’maline geçmesi o düsturun ve rahmet-i İlahiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlas ile girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır. İnşâallah emval-i dünyeviyenin iştiraki gibi inkısam ve tecezzi etmeden herbirisine aynı amel defterine geçmesi; bir adamın getirdiği bir lâmba, binler âyinelerin herbirisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir. Demek Risale-i Nur’un sadık şakirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr’in hakikatını ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirdler sahib ve hissedar olmak, vüs’at-ı rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümidvarız.
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim ve hizmet-i Kur’aniyede çalışkan ve kuvvetli arkadaşlarım ve tarîk-ı hakta ve berzah seyahatında ve âhiret yolunda nuranî yoldaşlarım!
Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadr’inizi, Ramazan-ı Şerif’te makbul dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes’id ediyorum. Cenab-ı Hak bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin, âmîn.
Sâniyen: Sizin bu mübarek bayramın hediyesi olarak gönderdiğiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kıymetdar görüyorum ki, tarif edemem. Cennet-ül Firdevs’te âb-ı kevser destileri gibi, kemal-i iştiyak ve şükranla ve sürurlu göz yaşıyla kabul edip başıma koydum. Böyle elmas kılınç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarını Risale-i Nur’a ihsan eden Cenab-ı Hakk’a hadsiz hamd ü şükrederim.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu parça hem Lâhika’ya, hem İ’caz-ı Kur’an’ın âhirine yazılacak. Birkaç gün sonra ehemmiyetli bir parçayı da göndereceğiz.
Mübarek Ramazan’ın Leyle-i Kadir sırrıyla, seksenüç sene bir ömr-ü manevî kazandırması sırr-ı hikmetiyle ve Risale-i Nur’un şakirdlerindeki sırr-ı ihlasla tesanüd ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla herbir sadık şakird, o fevkalâde manevî kazancı elde edeceğine gayet kuvvetli bir delili budur ki: Bu daire içinde kırkbin, belki yüzbin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-ı Leyle-i Kadr’i elde edecek bir-iki, on-yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimali kavîdir.
Sırr-ı ihlasla ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturunun sırrıyla biz ve siz bu hakikata müteveccihen, bu Ramazan-ı Şerif’te herbirimiz umumun hesabına ve umum arkadaşları içinde kendini farzedip, nun-u mütekellim-i maalgayr, yani daima َجِرْنَا اِرْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا وَوَفِّقْنَا وَاهْدِنَا
وَاجْعَلْ لَيْلَةَ الْقَدْرِ فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا فِى حَقِّنَا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ
gibi kelimelerde نَا içinde umum kardeşlerini niyet etmektir. Ve bilhâssa en zaîf olan bu kardeşinizi, ağır vazifesinde o hususî niyetle yardım etmektir.
Ve sâniyen: Seksen küsur sene kıymetinde bulunan ve Ramazan-ı Şerif’in mecmuunda gizlenen hakikat-ı Leyle-i Kadri kazanmak için, Risale-i Nur şakirdlerinin şirket-i maneviye-i uhreviyeleri muktezasınca, herbiri mütekellim-i maalgayr sîgasıyla اَجِرْنَا اِرْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا gibi tabiratta biz dedikleri vakit, Risale-i Nur’un sadık şakirdlerini niyet etmek gerektir. Tâ herbir şakird, umumun namına münacat edip çalışsın. Ve bu bîçare ve az çalışabilen ve haddinden çok fazla hizmet ondan beklenen bu kardeşinize, o hüsn-ü zanları yanlış çıkarmamak için, geçen Ramazan gibi yardımınızı rica ediyorum.
LEM’ALAR
DÖRDÜNCÜSÜ: Muhacir Hâfız Ahmed’dir. O kendisi söylüyor: Evet ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur’aniyede âhiretim nokta-i nazarında içtihadımda hata ettim. Hizmete fütur verecek bir arzuda bulundum. Şefkatli, fakat şiddetli ve keffaretli bir tokat yedim. Şöyle ki: Üstadım yeni icadlara (*) tarafdar olmadığı için -benim câmiim onun komşusudur; şuhur-u selâse geliyor, câmiimi terketsem hem ben çok sevab kaybediyorum, hem mahalle namazsızlığa alışacak. Yeni usûl yapmazsam menedileceğim. İşte bu içtihada göre- ruhum kadar sevdiğim Üstadımın muvakkaten başka bir köye gitmesini arzu ettim. Bilmedim ki, o yerini değiştirse, başka bir memlekete gitse, hizmet-i Kur’aniyeye muvakkaten fütur gelir. Tam o sıralarda ben tokat yedim. Şefkatli, fakat öyle dehşetli bir tokat yedim ki, üç aydır daha aklım başıma gelmedi. Fakat lillahilhamd, Üstadımın kat’î ihbarıyla, ona ihtar edilmiş ki; o musibetin her dakikası, bir gün ibadet hükmünde olduğunu rahmet-i İlahiyeden ümidvar olabiliriz. Çünki o hata, bir garaza binaen değildi. Sırf âhiretimi düşünmek noktasında o arzu geldi.
Yazıda usanan ve ibadet ayları olan şuhur-u selâsede sair evradı, beş cihetle ibadet sayılan (Haşiye) Risale-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadîs-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim.
Birincisi: يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَاءِ بِدِمَاءِ الشُّهَدَاءِ -ev kema kal- Yani: “Mahşerde ülema-i hakikatın sarfettikleri mürekkeb, şehidlerin kanıyla müvazene edilir; o kıymette olur.”
İkincisi: مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ -ev kema kal- Yani: “Bid’aların ve dalaletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-ı Kur’aniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir.”
Ey tenbellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sofi-meşreb kardeşler! Bu iki hadîsin mecmuu gösterir ki: Böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı şeriat ve Sünnet-i Seniyeye hizmet eden mübarek hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeblerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size faide verebilir. Öyle ise, onu kazanmaya çalışınız.
Eğer deseniz: Hadîste “âlim” tabiri var, bir kısmımız yalnız kâtibiz.
Elcevab: Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var, şübhesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı manevînin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsız olduğum halde, haydi hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebaiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmi ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır, hadîste gösterilen ecri alırsınız.
MEKTUBAT
Siyaseti terk ve dünyadan tecerrüd ederek bir dağın mağarasında âhireti düşünmekte iken, ehl-i dünya zulmen beni oradan çıkarıp nefyettiler. Hâlık-ı Rahîm ve Hakîm o nefyi bana bir rahmete çevirdi. Emniyetsiz ve ihlası bozacak esbaba maruz o dağdaki inzivayı; emniyetli, ihlaslı Barla Dağlarındaki halvete çevirdi. Rusya’da esarette iken niyet ettim ve niyaz ettim ki, âhir ömrümde bir mağaraya çekileyim. Erhamürrâhimîn bana Barla’yı o mağara yaptı, mağara faidesini verdi. Fakat sıkıntılı mağara zahmetini, zaîf vücuduma yüklemedi. Yalnız Barla’da, iki-üç adamda bir vehhamlık vardı. O vehhamlık sebebiyle bana eziyet verildi. Hattâ o dostlarım, güya istirahatımı düşünüyorlar. Halbuki o vehhamlık sebebiyle hem kalbime, hem Kur’anın hizmetine zarar verdiler. Hem ehl-i dünya bütün menfîlere vesika verdiği ve cânileri hapisten çıkarıp afvettikleri halde, bana zulüm olarak vermediler. Benim Rabb-ı Rahîmim, beni Kur’anın hizmetinde ziyade istihdam etmek ve Sözler namıyla envâr-ı Kur’aniyeyi bana fazla yazdırmak için, dağdağasız bir surette beni şu gurbette bırakıp, bir büyük merhamete çevirdi. Hem ehl-i dünya, dünyalarına karışabilecek bütün nüfuzlu ve kuvvetli rüesaları ve şeyhleri, kasabalarda ve şehirlerde bırakıp akrabalarıyla beraber herkesle görüşmeye izin verdikleri halde, beni zulmen tecrid etti, bir köye gönderdi. Hiç akraba ve hemşehrilerimi, -bir-iki tanesi müstesna olmak üzere- yanıma gelmeye izin vermedi. Benim Hâlık-ı Rahîm’im o tecridi, benim hakkımda bir azîm rahmete çevirdi. Zihnimi safi bırakıp, gıll u gıştan âzade olarak Kur’an-ı Hakîm’in feyzini olduğu gibi almağa vesile etti. Hem ehl-i dünya bidayette, iki sene zarfında iki âdi mektub yazdığımı çok gördü. Hattâ şimdi bile, on veya yirmi günde veya bir ayda bir-iki misafirin sırf âhiret için yanıma gelmesini hoş görmediler, bana zulmettiler. Benim Rabb-ı Rahîm’im ve Hâlık-ı Hakîm’im o zulmü bana merhamete çevirdi ki, doksan sene manevî bir ömrü kazandıracak şu şuhur-u selâsede, beni bir halvet-i mergubeye ve bir uzlet-i makbuleye koymağa çevirdi. “Elhamdülillahi alâküllihal” İşte hal ve istirahatim böyle…
Birinci Sualiniz: Mü’minin mü’mine en iyi duası nasıl olmalıdır?
Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani “gıyaben ona dua etmek”; hem hadîste ve Kur’anda gelen me’sur dualarla dua etmek. Meselâ:
اَللّهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ لِى وَ لَهُ فِى الدِّينِ وَ الدُّنْيَا وَ اْلآخِرَةِ
رَبَّنَا آتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ
gibi câmi’ dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhâssa sabah namazından sonra; hem mevâki’-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum’ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
NUR ALEMİNİN BİR ANAHTARI
(Yirmiüçüncü Mektub’dan)
Mü’minin mü’mine en iyi duası nasıl olmalıdır?
Bazı sualler soruyorsunuz. Aziz kardeşim, yazılan galib Sözler ve Mektublar; ihtiyarsız, def’î ve ânî bir surette kalbe geliyordu, güzel oluyordu. Eğer ihtiyar ile Eski Said gibi kuvve-i ilmiye ile düşünüp cevab versem; sönük düşer, noksan olur. Bir miktardır ki; tulûat-ı kalbiye tevakkuf etmiş, hâfıza kamçısı kırılmış, fakat cevabsız kalmamak için gayet muhtasar birer cevab yazacağız:
ِاسْمِهِ سُبْحَانَه
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz.
ŞUALAR
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bugün manevî bir ihtar ile sizin hesabınıza bir telaş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevablı ibadet ayları olan şuhur-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuzbine çıkar. Bu pekçok uhrevî faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhur-u selâseyi böyle bire on kâr veren Medrese-i Yusufiye’de geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir. İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten -kemmiyet değilse de keyfiyet itibariyle- bire beştir. Çünki bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nur’un derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlası, yirmi adam kadar faide verir. Hem Nur’un sırr-ı ihlası; siyasetkârane kahramanlık damarını taşıyan, Nur’un tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus bîçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise: Zâten bu üç ay âhiret pazarı olmasından herbiriniz çok şakirdlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.
Aziz, sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye’de ders arkadaşlarım!
Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur’anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bugün manevî bir ihtar ile sizin hesabınıza bir telaş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevablı ibadet ayları olan şuhur-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuzbine çıkar. Bu pekçok uhrevî faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhur-u selâseyi böyle bire on kâr veren Medrese-i Yusufiye’de geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir. İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten -kemmiyet değilse de keyfiyet itibariyle- bire beştir. Çünki bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nur’un derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlası, yirmi adam kadar faide verir. Hem Nur’un sırr-ı ihlası; siyasetkârane kahramanlık damarını taşıyan, Nur’un tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus bîçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise: Zâten bu üç ay âhiret pazarı olmasından herbiriniz çok şakirdlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Receb-i Şerifinizi ve yarınki Leyle-i Regaibinizi ruh-u canımızla tebrik ederiz.
Sâniyen: Me’yus olmayınız, hem merak ve telaş etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye inşâallah imdadımıza yetişir. Bu üç aydan beri aleyhimizde ihzar edilen bomba patladı. Benim sobam ve Feyzilerin su bardağı ve Hüsrev’in iki su bardaklarının verdikleri haber doğru çıktı. Fakat dehşetli değil, hafif oldu. İnşâallah o ateş tamamen sönecek. Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nur’un fütuhatına bulantı vermektir. Emirdağı’ndaki malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde âlet bir adam ve bid’atkâr bir yarım hoca ile beraber bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş. İnşâallah o bir dahi, bizi mecruh ve yaralı etmeyecek ve düşündükleri ve kasdettikleri bizi birbirinden ve Nurlardan kaçırmak plânları dahi akîm kalacak. Bu mübarek ayların hürmetine ve pekçok sevab kazandırmalarına itimaden sabır ve tahammül içinde şükür ve tevekkül etmek ve مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ düsturuna teslim olmak elzemdir, vazifemizdir.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Son iki parçayı ya eski harf veya makine harfiyle bera-yı malûmat gayr-ı resmî mahkeme reisine münasib gördüğünüz bir ciddî adamla verdiğiniz vakit ayrı bir puslada ona yazınız ki; Said size teşekkür eder, der: Pencereleri açtılar. Fakat hiçbir kardeşim ve hizmetçilerime, yanıma gelmeğe müddeiumumî müsaade vermiyor. Hem zâtınızdan çok rica eder ki, mahkemede bulunan mu’cizatlı ve antika Kur’anını ona veriniz ki bu mübarek aylarda okusun. O hârika Kur’anından üç cüz’ü Diyanet Riyaseti’ne nümune için göndermişti, tâ fotoğrafla tab’ına çalışsınlar. Hem onun ile beraber Risale-i Nur’un mahkemedeki mecmualardan birisini sizden istiyor ki, bu tecrid-i mutlakta ve yalnızlıkta ve şiddetli sıkıntılarında mütalaasıyla bir medar-ı tesellisi ve bir arkadaşı olsun. Zâten o mecmualar üç-dört mahkeme gördükleri ve ilişmedikleri gibi; hacıların şehadet ve müşahedeleriyle, o büyük mecmuaları hem Mekke-i Mükerreme’de, hem Medine-i Münevvere’de, hem Şam-ı Şerif’te ve Haleb’de, hem Mısır Câmi-ül Ezher’indeki büyük âlimler çok takdir ve tahsin edip hiç tenkid ve itiraz etmemişler.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Receb-i Şerifinizi ve yarınki Leyle-i Regaibinizi ruh-u canımızla tebrik ederiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye’de ders arkadaşlarım!
Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur’anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ı Erhamürrâhimîn’in birliğine ve rahmetine emanet ediyorum. مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ sırrıyla sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber, derim ki: وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ âyetinin mana-yı işarîsiyle verdiği teselliyi tamamıyla gördüm. Şöyle ki:
Dünyayı unutmak, ramazanımızı âsude geçirmek düşünürken, hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hâdise hem benim, hem Risale-i Nur’un, hem sizin, hem ramazanımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inayet olduğunu ben müşahede ettim. Bana ait cihetinin ise çok faidelerinden yalnız iki-üçünü beyan ederim:
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Mübarek ramazan-ı şerifinizi bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak bu ramazan-ı şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin, âmîn. Ve seksen sene bir ömr-ü makbul hükmünde hakkınızda kabul eylesin, âmîn.
Sâniyen: Bayrama kadar burada kalmamızın bizlere çok faidesi ve hayrı olduğuna kanaatım var. Şimdi tahliye olsaydık, bu Medrese-i Yusufiye’deki hayırlardan mahrum kaldığımız gibi, sırf uhrevî olan ramazan-ı şerifi; dünya meşgaleleriyle huzur-u manevîmizi haleldar edecekti. اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّهُ sırrıyla inşâallah bunda da hayırlı büyük sevinçler olacak. Mahkemede siz de anladınız ki, hattâ kanunlarıyla da hiçbir cihetle bizi mahkûm edemediklerinden, ehemmiyetsiz, sinek kanadı kadar kanunla teması olmayan cüz’î mektubların cüz’î hususiyatı gibi cüz’î şeyleri medar-ı bahsedip büyük ve küllî mesail-i Nuriyeye ilişmeğe çare bulamadılar. Hem gayet küllî ve geniş Nur talebeleri ve Risale-i Nur’un bedeline yalnız şahsımı çürütmek ve ehemmiyetten iskat etmek bizim için büyük bir maslahattır ki, Risale-i Nur ve talebelerine kader-i İlahî iliştirmiyor. Yalnız benim şahsımla meşgul eder. Ben de size ve bütün dostlarıma beyan ediyorum ki:
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Rivayat-ı sahiha ile “Leyle-i Kadr’i nısf-ı âhirde, hususan aşr-ı âhirde arayınız.” ferman etmesiyle, bu gelecek geceler, seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Leyle-i Kadr’in gelecek gecelerde ihtimali pek kavî olmasından istifadeye çalışmak, böyle sevablı yerlerde bir saadettir.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Yarın gece Leyle-i Kadir olmak ihtimali çok kuvvetli olmasından bir kısım müçtehidler o geceye Leyle-i Kadr’i tahsis etmişler. Hakikî olmasa da, madem ümmet o geceye o nazarla bakıyor, inşâallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur.
Bu hâdise münasebetiyle yine bugünlerde hatırıma gelen bir vakıayı beyan ediyorum:
Ben namaz tesbihatının âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhid zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i şerifte “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer” Risalet-ün Nur’da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir surette, Kur’anın âyet-ül kübrasının iki tefsiri olan iki Âyet-ül Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım; size gönderdiğim Âyet-ül Kübra Risalesi’nin Birinci Makamı’nın hülâsasından müntehab güzel bir sırrını hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem’a-i Arabiye’den müstahrec nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumağa başladım. Birkaç gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım. Ve bütün risalelerin hususî menba’ları, madenleri olan binden ziyade âyât-ı Kur’aniyeyi, kendi Kur’anımda evvelce işaretler koyup bir Hizb-i A’zam-ı Kur’anî yapmak niyet ettim. Şimdi bu hizb-i a’zam ve bu vird-i ekber, Risale-i Nur mensublarına bazı eyyam-ı mübarekede okunması için bir zaman size de göndermek hakkınız var. İnşâallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazı kelimelerini tercüme ve bir kısım kayıdlarını tefhim için, vakit bulsam gayet kısa haşiye gibi bir şey yazacağım.
Umum kardeşlerime ve hizmet-i Kur’aniyede bütün arkadaşlarıma hasret ve iştiyakla binler selâm.
Said Nursî
Aziz kardeşlerim!
Size iki puslayı Leyle-i Regaib’den altı saat evvel yazdım. “Hizb-i Nuriye” ve Hüsrev’in kâğıdı ile teslimden sonra, kat’iyyen benim kanaatimde bir nevi mu’cize-i Ahmediye olarak, iki aydan beri mütemadiyen kuraklık ve yağmursuzluk ve her tarafta daima namazlardan sonra pek çok duaların akîm kaldığı ve herkes me’yusiyetinden derd-i maişet endişesiyle kalben ağlarken, birden Leyle-i Regaib -bütün ömrümde hiç işitmediğim ve başkaları da işitmediği- üç saatte yüz defa, belki fazla tekrarla melek-i ra’dın bu yüksek ve şiddetli tesbihatıyla öyle bir rahmet yağdı ki; en muannide dahi Leyle-i Regaib’in kudsiyetini ve Hazret-i Risalet’in bir derece, bir cihette âlem-i şehadete teşrifinin umum kâinatça ve bütün asırlarda nazar-ı ehemmiyette ve Rahmeten lil’âlemîn olduğunu isbat etti ve kâinat o geceyi alkışlıyor diye gösterdi. Acaba, dualarımızda Isparta bu memleketle beraberdi, bu yağmurda hissesi var mı, merak ediyorum. Şimdiye kadar çok emarelerle Risale-i Nur bir vesile-i rahmet olmasından, bu rahmet îma eder ki, her halde bir fütuhatı perde altında vardır ve belki serbestiyetine bir işarettir. (Haşiye) Hem burada “Lem’alar”ın verdikleri iştiyak cihetiyle yazıcıların çoğalması, inşâallah bir nevi makbul dua hükmüne geçti.
Aziz sıddık kardeşlerim!
Leyle-i Mi’racın, aynı Leyle-i Regaib gibi hiç inkâr edilmez bir tarzda, bir nevi mu’cize-i Ahmediye gibi bir kerametini ve kâinatça hürmetini gözümüzle gördük. Şöyle ki:
Nasıl evvelce yazdığımız gibi, iki ay kuraklık içinde burada hiç yağmur gelmediği, güya Leyle-i Regaib’i bekliyor gibi o mübarek gecenin gelmesiyle emsalsiz bir gürültü ile kudsiyetini burada gösterdiği gibi; aynen öyle de: O geceden beri buraya bir katre yağmur düşmediği halde, yirmi günden sonra aynen Mi’rac gecesi birdenbire öyle bir rahmet yağdı ki, dinsizlerde şübhe bırakmadı ki; Sahib-ül Mi’rac Rahmeten lil’âlemîn olduğu gibi, onun Mi’rac gecesi de bir vesile-i rahmettir. Hem ehl-i imanın imanlarını kuvvetlendirdiği gibi, me’yusiyetlerini de bir derece izale etti.
Hâl-i âlemi bilmiyorum, fakat hissediyorum ki: Ehl-i iman hem haricî birkaç tarafta tazyikat, hem dâhilî endişeler ve kuraklıktan gelen derd-i maişet ve nokta-i istinadı dünyaca bulamamaktan ehemmiyetli bir me’yusiyetin tesiriyle, hattâ ibadete karşı bir fütur gelmişti. Birden Mi’rac gecesi, burada kerametiyle Leyle-i Regaib’in kerametini takviye ederek, ehl-i imana bildirdi ki: “Siz sahibsiz değilsiniz. Kâinat kabzasında bulunan bir zâtın, âleme rahmet gönderdiği bir istinadgâhınız vardır.” diye me’yusiyet ve endişelerini kısmen izale eyledi.
Hem Risale-i Nur’un bir silsile-i kerametini teşkil eden tevafuk, bu hâdisede hiç tesadüfe havale edilmez bir tarzda üç-dört tevafukla, Leyle-i Mi’rac ve Leyle-i Regaib hürmetlerinde Risale-i Nur’un da bir hissesi var olduğunu gördük.
Birinci tevafuk: İbtida ve intiha-i terakkiyat-ı hayat-ı Ahmediyenin ünvanları olan Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi’rac bu kuraklık zamanında kesretli rahmette tevafuklarıdır.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bir sual: “Tevafukla bu keramet nasıl kat’î sabit oluyor?” diye kardeşlerimizden birisinin sualine küçük bir cevabdır.
Elcevab: Bir şeyde tevafuk olsa, küçük bir emare olur ki; onda bir kasıd var; rastgele bir tesadüf değil. Ve bilhâssa bir tevafuk birkaç cihette olsa, o emare tam kuvvetleşir. Ve bilhâssa yüz ihtimal içinde iki şeye mahsus ve o iki şey birbiriyle tam münasebetdar olsa, o tevafuktan gelen işaret sarih bir delalet hükmüne geçer ki; bir kasd ve irade ile ve bir maksad için o tevafuk olmuş, tesadüfün ihtimali yok.
İşte bu mes’ele-i Mi’raciye de aynen böyle oldu. Doksandokuz gün içinde yalnız Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi’raca yağmur ve rahmetin tevafuku ve o iki gece ve güne mahsus olması, daha evvel ve daha sonra olmaması ve ihtiyac-ı şedidin tam vaktine muvafakatı ve Mi’raciye Risalesi’nin burada çoklar tarafından şevk ile kıraat ve kitabet ve neşrine rastgelmesi ve o iki mübarek gecenin birbiriyle birkaç cihette tevafuk etmesi ve mevsimi olmadığı halde acib gürültülerle, sönmeyecek maddî manevî zemin gürültüleriyle feryadlarına tehdidkârane ve tesellidarane tevafuk etmesi ve ehl-i imanın me’yusiyetinden teselli aramalarına ve dalaletin savletinden gelen vesvese ve za’fiyete karşı kuvve-i maneviyenin takviyesini istemelerine tam tevafuku ve bu geceler gibi şeair-i İslâmiyeye karşı hürmetsizlik edenlerin hatalarına bir tekdir olarak, kâinat bu gecelere hürmet eder, neden siz etmiyorsunuz? diye manasında, kesretli rahmetle şeair-i İslâmiyeye karşı, hattâ semavat ve feza-yı âlem hürmetlerini göstermekle tevafuk etmesi, zerre mikdar insafı olan bilir ki; bu işde hususî bir kasd ve irade ve ehl-i imana hususî bir inayet ve merhamettir, hiçbir cihetle tesadüf ihtimali olamaz. Demek hakikat-ı Mi’rac, bir mu’cize-i Ahmediye (A.S.M.) ve keramet-i kübrası olduğu ve Mi’rac merdiveni ile göklere çıkması ile Zât-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) semavat ehline ehemmiyetini ve kıymetini gösterdiği gibi; bu seneki Mi’rac da zemine ve bu memleket ahalisine kâinatça hürmetini ve kıymetini gösterip bir keramet gösterdi.
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Said Nursî
Bizim kat’iyyen şekk ve şübhemiz kalmadı ki; bu hizmetimizin neticesi olan Risale-i Nur’un serbestiyetini değil yalnız biz ve bu Anadolu ve âlem-i İslâm alkışlıyor, takdir ediyor; belki kâinat dahi memnun olup cevv-i sema ve feza-yı âlem alkışlıyor ki; üç-dört ayda bir yağmura şiddet-i ihtiyaç varken gelmedi, yalnız Ankara teslim kararına tevafuk eden Leyle-i Regaibdeki emsalsiz ve gürültülü rahmetin gelmesi ve Denizli’de mahkemenin bilfiil teslimine karar vermesi, yine Leyle-i Mi’rac’da aynen Risale-i Nur’un bir rahmet olduğuna işareten Leyle-i Regaib’e tevafuk ederek kesretle melek-i ra’dın alkışlamasıyla ve rahmetin Emirdağı’nda gelmesi, o teslim kararına tevafuk etmesi ve bir hafta sonra demek Denizli’de vekillerimizin eliyle alınması hengâmlarında yine aynen Leyle-i Mi’rac’a ve Leyle-i Regaib’e tevafuk ederek aynen onlar gibi, Şaban-ı Şerifin bir Cuma gecesinde kesretli rahmet ve yağmurun bu memlekette gelmesi onlara tevafuklarıyla kat’î kanaat verir ki; Risale-i Nur’un müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku Küre-i Arz’ca bir itiraz olduğu gibi, bu Emirdağı memleketinde dört ay zarfında yalnız üç cuma gecesinde -ki, biri Leyle-i Regaib ve biri Leyle-i Mi’rac, biri de Şaban-ı Muazzam’ın birinci cuma gecesinde- rahmetin kesretle gelmesi ve Risale-i Nur’un da serbestiyetinin üç devresine tam tamına tevafuk etmesi; küre-i havaiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur dahi manevî bir rahmet bir yağmur olduğuna kuvvetli bir işarettir.
Ve en latif bir emare de şudur ki; dün birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, pencereye vurdu. Biz uçurmak için işaret ettik, gitmedi. Mecbur olduk, dedim: “Pencereyi aç, o ne diyecek?” Girdi durdu, tâ bu sabaha kadar; sonra o odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım; yarım dakikada döndüm. Baktım “Kuddüs Kuddüs” zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim: “Bu misafir ne için geldi?” Tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum, bir saat bana baktı. Ekmek bıraktım, yemedi. Yine kapıyı açtım çıktım, yarım dakikada geldim; o misafir de kayboldu. Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: “Ben bu gece gördüm ki, merhum Hâfız Ali’nin (R.H.) kardeşi yanımıza gelmiş.” Ben de dedim: Hâfız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek. Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi dedi: “Hâfız Mustafa geldi.” Hem Risale-i Nur’un serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki kitablarını da kısmen getirdi; hem serçe kuşunun ve benim rü’yamın, hem kuddüs kuşunun tabirini isbat etti ki, tesadüf olmadığını gösterdi.
Hem İmam-ı Ali (R.A.) onuncu mertebe-i ta’dadında onuncu sure olarak ve kıyamet ve leyle-i berata bakan وَبِسُورَةِ الدُّخَانِ فِيهَا سِرًّا قَدْ اُحْكِمَتْ deyip mana-yı işarîsiyle Onuncu Söz namında ve mertebesinde olan Haşir Risalesi’ne işaretle beraber o risalenin fevkalâde ehemmiyetini ve gayet muhkem olduğunu ve o zamanın dumanlı karanlıklarını izale eden bir leyle-i beratın bir kandili hükmünde bulunmasına ve haşir ve kıyametin bir alâmeti olan duhan, hem leyle-i beratın senevî olarak hikmetli tefrik ve taksim-i umûr noktalarıyla ve başka karineler ile îmaen ve remzen haber veriyor.
Evet Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belayı def’etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda, Onuncu Söz çıktı ve tab’edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı. Onu gören herkes kemal-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirane fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu. İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın bu takdirine liyakatını isbat etti. Kimin şübhesi varsa gelsin onu dikkatle okusun, haşrin ne kadar kuvvetli bir bürhanı olduğunu görsün.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Geçen mübarek Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ederiz. Bu sene Berat Gecesini Nurcular hakkında çok bereketli ve kerametli olduğuna bir emaresini hayretle gördük. Şöyle ki:
Ben Berat Gecesinden az evvel Asâ-yı Musa tashihiyle meşgul iken; bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: “Müjde mi getirdin?” İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi hiç ürkmedi. Asâ-yı Musa üstüne çıktı, üç saat oturdu; ekmek, pirinç verdim, yemedi; tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allah’a ısmarladık nev’inden başımı okşadı, sonra uçtu gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi; bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asâ-yı Musa, hem beratımızı tebrik etmek istedi.
TARİHÇE-İ HAYAT
Aziz kardeşlerim!
İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla kalemlerle, herbiri diğerinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
“Gül” ve “Nur” ve “Mübarekler” ve “Medrese-i Nuriye” heyetleri ve ümmi ihtiyarlar ve masumlar başta olarak umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selâm ve selâmet ve saadetlerine dua ediyoruz.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim
ve bu dünyada medar-ı tesellilerim ve hakikatın hizmetinde yorulmaz arkadaşlarım!
Bu mübarek aylarda ve sevabı ziyade bu çilehanede mümkün olduğu kadar bir meşgale-i Kur’aniye ve Nuriye ile sıkıntılı vaktiniz sarfedilse, çok faideleri var. Sıkıntı hafifleştiği gibi, kıymetdar kalb ve ruhun ferahlarına medar, sevabı yüksek bir ibadet, o Nurlarla iman cihetinde iştigal, hem tefekkürî bir ibadet, hem İhlas Risalesi’nin âhirinde yazıldığı gibi beş vecihle bir nevi ibadet sayılabilir. Ben bugünlerde, kısmen müdafaatla zihnen meşguliyetimden teessüf ederken kalbe geldi ki: “O iştigal dahi ilmîdir; hakaik-i imaniyenin neşrine ve serbestiyetine bir hizmettir ve bu cihette bir nevi ibadettir.” Ben de sıkıldıkça, yüz defa temaşa ettiğim Nur mes’elelerini, yine zevkle tekrar mütalaaya başlıyorum. Hattâ müdafaatları dahi Nur’un ilmî risaleleri gibi görüyorum. Eskiden bir kardeşimiz bana demişti: “Ben, otuz defa Onuncu Söz’ü okuduğum halde, yine tekrar ile okumasına iştiyak ve ihtiyaç hissediyorum.” Ve bundan bildim ki; Kur’anın mümtaz bir hâssası olan usandırmamak, Kur’an hakikatlarının bir ma’kesi, bir âyinesi, bir hakikatlı tefsiri olan Nur Risalelerine de in’ikas etmiş bulunuyor.
Aziz, sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye’de ders arkadaşlarım!
Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur’anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyal-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.
Said Nursî
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ı Erhamürrâhimîn’in birliğine ve rahmetine emanet ediyorum. مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ sırrıyla sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber, derim ki: وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ âyetinin mana-yı işarîsiyle verdiği teselliyi tamamıyla gördüm. Şöyle ki:
Dünyayı unutmak, ramazanımızı âsude geçirmek düşünürken, hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hâdise hem benim, hem Risale-i Nur’un, hem sizin, hem ramazanımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inayet olduğunu ben müşahede ettim. Bana ait cihetinin ise çok faidelerinden yalnız iki-üçünü beyan ederim:
SÖZLER
Elcevab: Hakikatı şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’in herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş, bazan yediyüz (Âyet-ül Kürsî harfleri gibi), bazan binbeşyüz (Sure-i İhlas’ın harfleri gibi), bazan onbin (Leyle-i Berat’ta okunan âyetler ve makbul vakitlere tesadüf edenler gibi) ve bazan otuzbin (meselâ haşhaş tohumunun kesreti misillü, Leyle-i Kadir’de okunan âyetler gibi). Ve o gece bin aya mukabil işaretiyle, bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olur anlaşılır. İşte Kur’an-ı Hakîm, tezauf-u sevabıyla beraber elbette müvazeneye gelmez ve gelemiyor. Belki asıl sevab ile bazı surelerle müvazeneye gelebilir.