Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi bir dâr-ı ebedide bekasını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını te’min etmeğe çalıştığı gibi; dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları akıl ve kalb ve ruh ve insâniyet mideleri için tedarik etmeğe fıtraten mecburdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlabları var ki, ebedî saadetten başka hiç bir şey onları tatmin etmiyor. Hattâ "Onuncu Söz"de işaret edildiği gibi bir zaman (küçüklüğümde) hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden "ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi.
İşte mâdem, mâhiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor. Elbette gayet câmi mâhiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır.
İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermâyesi bir cüz’i cüz’ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana,