Elhüccetüz Zehra | Elhüccetüz Zehra | 43
(5-97)

Evet, bu kâinatta, gözümüz önünde bu muntazam tasarrufatı içinde adâlet ve hikmet ile ve rahmet ve inâyet ve himayet ile her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rubûbiyetin bir âdeti olmasından, ef’al-i Rahmaniyet muktezasiyle bir Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân’ı Muhammed’in (A.S.M.) eline vermesi ve bine yakın mu’cizelerin pekçok enva’ını ona vermesi ve bütün hâlâtında ve en tehlikeli vaziyetlerinde şefkatkârane himaye ve hatta güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi; ve büyük vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi ve dinini bütün hakîkatlarıyla idamesi; ve İslâmiyetini zeminin ve nev’-i beşerin başına geçirmesi; ve bütün mahlûkat üstünde bir makam-ı şeref ve meşahir-i insaniyenin fevkinde dâimî bir rütbe-i makbuliyet ve dost ve düşmanın ittifakiyle en yüksek hasletleri taşıyan bir şahsiyeti vermekle, beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi gâyet kat’i bir tarzda sâdıkıyetine ve risâletine şehâdet ettiği gibi, ef’al-i rubûbiyet cihetinde dahi görüyoruz ki; bu âlemin mutasarrıfı ve müdebbiri, Muhammed’in (A.S.M.) risâletini bu kâinata bir ma’nevî Güneş yapıp, Nur Risâlelerinde isbat edildiği gibi, onun ile bütün karanlıkları izale ve nurânî hakîkatlarını gösterip ve bütün zîşuuru, belki kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi; dinini dahi bütün makbul ehl-i ibâdetin fihriste-i kemâlâtı ve harekât-ı ubûdiyette sağlam bir proğram yapması gibi Muhammed’in (A.S.M.) şahsiyet-i ma’nevîyesi olan hakîkatını, Kur’ân’ın ve Cevşen’in delâletiyle tecelliyat-ı uluhiyetine bir âyine-i câmia yapması ve sâbıkan işâret ettiğimiz hakîkatların ve on dört asırda her gün ümmetinin bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimâîye ve ma’nevîye ve beşeriyedeki âsârının delâletiyle, nev’-i beşere en yüksek reis ve üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdâdına gönderip rahmet, hikmet, adâlet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları onun dinine, şeriatine, İslâmiyetteki hakîkat- larına muhtaç (Hâşiye) yapması ile on iki küllî ve kat’i hüccetlerle risâlet-i Muhammediyeye (A.S.M.) kudsî şehâdet ettiği halde,


Hâşiye: Ben bu ihtiyarlığım ve perişaniyetim içinde, Zât-ı Muhammediye’nin (A.S.M.) getirdiği erzak-ı ma’nevîyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelse idi, milyonlar lîsanla salavatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki:

Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Halbuki sevdiğim dünya ve dünyevîler, müfarakatla beni bırakıp gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş me’yusiyete karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini Zât-ı Ahmediye’den (A.S.M.) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüde:


dediğimde ona hem biat, hem me’muriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi şükür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki; Müslümanlar her gün beş def’a bu selâmı yaparlar.

Ses Yok