Üstad Said Nursî, Afyon Hapishânesinden 1949 da bir Eylül sabahı tahliye edildi. İki komiser arasında faytonla bir eve geldi. Yanında hizmetine bakan talebeleri de vardı. Üstadın Afyon hapsinden sonraki hayatında ve hizmet-i Nuriyesinde şu sûrette bir inkişaf görünür. Bu tarihe kadar Üstad, evinde, geceleri hiç kimseyi bulundurmazdı. Akşamdan ta kuşluk vaktine kadar kapısı kilidli olarak kalırdı. Afyon hapsinden sonra ise, sâdık talebelerinden ba’zıları husûsi hizmetinde kaldı. Üstadın odası dâima ayrı idi. Ancak bir hizmet olduğu vakit yanına gelinebilirdi.
Afyon hapsinden sonra Üstad -kendi ta’birince- bir nevi Üçüncü Said olarak görünüyordu. Çünkü, bundan sonra hizmet-i Nuriye başka safhalarda tezâhür edecekti; külli bir inkişaf olacaktı. Üstadın hizmetine koşan ve Nur hizmeti için yanına gelenler bilhassa mektebli gençlerdendi. Rahmet-i İlâhîyye Afyon hapis musîbetini çok cihetlerle rahmete çevirmişti.
Bir vech-i rahmet şu idi: Mahkeme günlerinde muhtelif vilâyet ve kazalardan gelen Nur talebeleri birbiriyle tanışarak; hem Üstad, hem Risâle-i Nur, hem hizmet-i Nuriye husûsunda ma’lûmat sâhibi olurlar; ve uhrevî ve îmanî olan ve rıza-yı İlâhî uğrundaki Nurdan kopup gelen samîmi bir uhuvvet ile bir kuvve-i ma’nevîyye elde ederlerdi. Mahkeme günleri Üstad ve talebelerinin kahramanlar kafilesi olarak saf halinde mahkemeye gelişleri, müminlerin kalblerinde Allah için sonsuz bir muhabbet ve yakınlığa vesîle oluyordu. Bu mahkemeler, îman ve İslâm davasına hizmet için medâr-ı teşvik hükmüne geçiyordu. Din düşmanlarının rağmına olarak bu musîbet, Risâle-i Nur hizmet-i îmaniyyesini deruhte edecek ve onunla gâye-i hayat edecek fedakârları, kahramanları netice verdi.