Risâle-i Nurun neşriyat ve fütuhat dâiresi gittikçe genişliyor... İştiyakla Nurları okuyanlar, günden güne ziyâdeleşiyor. Risâle-i Nurdaki hârika kuvvet ve te’siratın neticesini müşahede eden gizli İslâmiyet düşmanları, yine bir entrika çevirip Risâle-i Nura ve müellifi Bediüzzamana sûikasdla: “Bediüzzaman gizli cem’iyyet kuruyor, halkı hükümet aleyhine çeviriyor, inkılâbları kökünden yıkıyor, Mustafa Kemâle deccal, süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu Hadîslerle isbat ediyor.” gibi bir sürü bahâneler ve plân-larla ittiham edilerek Kastamonu’dan Denizli Ağır Ceza mahkemesine, yüz yirmi altı talebesiyle beraber 1943 senesinde sevkediliyor. (Hâşiye).
Sonra, Risâle-i Nur külliyatında siyasî bir mevzu olup olmadığını tetkik için bir kaç me’murdan müteşekkil bir ehl-i vukuf teşkil edilerek, müsadere edilen Nur Risâleleri ve mektuplar tedkike başlanınca, Bediüzzaman, “Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Risâle-i Nuru tetkik edemez. Ankarada yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf teşkil ettirilsin. Avrupa’dan feylesoflar getirilsin. Eğer onlar bir suç bulurlarsa, en ağır cezaya razıyım.” der. Bunun üzerine Risâle-i Nur Külliyatı ve bütün mektublar Ankarada profesörler ve yüksek âlimlerden mürekkeb bir ehl-i vukufa satır satır tetkik ettirilir. Ehl-i vukuf tarafından, “Bediüzzamanın siyasî bir faaliyeti yoktur.
Hâşiye: Denizli hapsinin yegâne sebebi, Risâle-i Nurun Isparta ve Kastamonu merkez olarak sâir vilâyetlerde intişarı ve böylece din muhabbetinin gittikçe tezayüd etmesi idi. Hatta, Denizli hapsinden evvel, Yedinci Şuâ olan “Âyetül-Kübrâ” Risâlesi İstanbulda gizli tabedilmişti. Îman hakîkatlarını harika bir sûretde izâh ve isbat eden bu eser de îmansızları telâşa düşürmüş ve Denizli hadisesine bir sebeb gösterilmişti.