Yuha onların akıllarına!.. Süreyya derecesinde olan muhakkikînin efkâr-ı mücerredeleri, sera derekesinde olan mukallidîn-i maddiyyunun efkâr-ı sefilesinden binler derece uzaktır. Evet şu iki fikrin tatbikine çalışmak, şu zaman-ı terakkide akl-ı beşerin düçar-ı sekte olduğunu ve varta-i mevte düştüğünü izhâr etmektir ki; insaniyet müteessifane nazar ederek ve isti’dâd-ı tahkik ve terakki lîsanıyla
demeye mecbûr oluyor.
İşâret: Şunlar, ehl-i vahdetüş şuhûddurlar. Fakat vahdetü’l-vücûd ile mecazen ta’bir edilebilir. Fakat hakîkaten vahdetü’l-vücûd, ba’zı hükema-i kadîmenin meslek-i bâtılasıdır.
Tenbih: Şu mutasavvifînin reis ve kebiri demiş ki: İttisali veya ittihadı veya hulûlü iddia eden marifet-i İlâhîyeden hiçbir şey istişmam etmemiştir. Evet mümkün, Vâcib ile nasıl ittisal veya ittihad edecek? Kellâ!. Evet mümkünün ne kıymeti vardır; tâ ki Vâcib onda hulûl ede, hâşâ!.. Neam, mümkünde füyuzat-ı İlâhîyeden bir feyz tecelli eder.
İşte bunların mesleği ötekilerin mesleğine münâsebet ve temas edemez. Zîra maddiyyunun mesleği maddiyata hasr-ı nazar ve istiğrak ettiklerinden, efkârları fehm-i ulûhiyetten tecerrüd edip uzaklaştılar. O derece maddeye kıymet verdiler ki; herşeyi maddede görmek, hatta ulûhiyeti onda mezcetmek gibi bir meslek-i müteassifeye girmişlerdir. Fakat ehl-i vahdetüş şuhûd olan muhakkikîn-i sofiye o derece Vâcib’e hasr-ı nazar etmişler ki; mümkinatın hiçbir kıymeti kalmamıştır. “Bir vardır” derler... El’insaf... Sera Süreyya kadar birbirinden uzaktır. Maddeyi cemi’ enva’ ve eşkaliyle halkeden Hâlık-ı Zülcelâl’e kasem ederim ki: Dünyada şu iki mesleğin temasını intac eden re’y-i ahmakaneden daha kabih ve daha hasis ve daha sâhibinin mizac-ı aklının inhirafına delil olacak bir re’y yoktur.