Üçüncüsü: Umûr-u mütenasibede temayül ve tecazüb ve mütezâdde olan eşyalarda tenafür ve tedafü’ kâide-i meşhuresi, maddiyatta nasıl cereyan ediyor; ma’nevîyat ve ahlâkta dahi cereyan eder.
Dördüncüsü:
Şimdi gelelim maksada: İşte âsâr ve siyer ve tarih-i hayatı... Hatta a’danın şehâdetleriyle, Zât-ı Peygamber’de vücûdu muhakkak olan ahlâk-ı âliyenin kesret ve ihâta ve tecemmu’ ve imtizacından tevellüd eden izzet ve haysiyetten neş’et eden şeref ve vakar ve izzet-i nefs ile ferişteler, devlerin ihtilat ve istiraklarından tenezzühleri gibi sırr-ı tezada binâen, o ahlâk-ı âliye dahi hile ve kizbden tereffu’ ve tenezzüh ve teberri ederler. Hem de hayat ve mayeleri makamında olan sıdk ve hakkıyeti tazammun ettiklerinden, şu’le-i cevvale gibi nübüvveti aleniyete çıkarıyor.
Tenbih: Ey birader! Görüyorsun ki: Bir adam yalnız şecaatle meşhur olursa, o şöhret ona verdiği haysiyeti ihlâl etmemek için, kolaylıkla yalana tenezzül etmez. Nerede kaldı ki, cemi’ ahlâk-ı âliye birden tecemmu’ ede...
Evet mecmu’da bir hüküm bulunur, ferdde bulunmaz.
İşâret ve Tenbih: Görüyoruz: Bu zamanda sıdk ve kizbin mabeynleri ancak bir parmak kadar vardır. Bir çarşıda ikisi de satılır. Fakat herbir zamanın bir hükmü var. Hiçbir zamanda asr-ı saâdet gibi sıdk ve kizbin ortasındaki mesafe açılmamıştır. Şöyle ki: Sıdk kendi hüsnü hakîkisini kemâl-i haşmetle izhâr ve onun ile temessük eden Muhammed’i (A.S.M.) a’lâ-yı illiyyîn-i şerefe i’lâ ve âlemde inkılâb-ı azîmi îka ettiğinde şarktan garba kadar kizbden bu’d derecesini göstermekle kıymet-i âliyesini i’lâ etmek cihetiyle sûku ve metaını gâyet nâfık ve râic etmiştir (1). Ve kizb ise: Teşebbüsat-ı azîmeyi murdarların lâşeleri gibi ruhsuz bıraktığı için nihayet-i kubhunu izhâr ve onun ile temessük eden,[/paragrafB
--------------------------------------------
(1): Şimdiki hürriyet gibi.