Münazarat | Münazarat | 18
(1-37)
        C- (*) Hâyır, aslâ… Belki manası şudur: Güya şikayetçi der ki: İstediğim emir ve arzu ettiğim şey ve teşehhi ettiğim hal ise, hikmet-i ezeliyenin düsturu ile tanzim olunan âlemin mahiyeti müstaid ve inayet-i ezeliyenin pergârıyla nakşolunan feleğin kanunu müsaid ve meşiet-i ezeliyenin matbaasında tab’olunan zamanın tabiatı muvafık ve mesalih-i umumiyeyi tesis eden hikmet-i İlahî razı değillerdir ki; şu âlem-i imkân, Feyyaz-ı Mutlak’ın yed-i kudretinden şu ukûlümüzün hendesesiyle ve tehevvüsümüzün iştihasıyla istediğimiz semeratı koparsın. Verse de tutamaz, düşse de kaldıramaz. Evet bir şahsın tehevvüsü için büyük bir daire-i muhitayı hareket-i mühimmesinden durdurmaz.
        S- Çok âlim ve şâirler, zamanlarında büyük hâkimleri ifrat ile sena etmişler. Halbuki o hâkimlerin çoğuna müstebid nazarıyla bakıyorsun? Demek iyi etmemişler.
        C- وَلَوْلاَ خِلاَلُ سُنَّةِ الشِّعْرِ مَا دَرَى ❊ بُنَاةُ الْمَعَالِى كَيْفَ تُبْنَى الْمَكَارِمُ kaidesince, onların niyetleri: Ümerayı seyyiattan latif bir hile ile vazgeçirmek ve onlara hasenat arkasında müsabaka için garib bir bahşiş-i şâiraneyi ortaya koymak… Lâkin o bahşiş koca bir milletin sırtından alındığından istibdadkârane hareket etmişlerdir. Demek çendan niyette iyi etmişler, lâkin amelde yanlış gitmişler.
  
        S- Neden?
        C- Zira kaside ve bazı te’liflerinde büyük bir kavmin mehasinini manen garat edip, bir müstebide verip ve ondan gösterdiklerinden, şu noktadan bilmeyerek istibdadı alkışlamışlar.
        S- Biz Türkler ve Kürdler, bizde kalbimizin dolusu, belki cesedimiz mâlâmâl, belki inbisat edip şu derelerde dağ olarak tahaccür etmiş kal’amız olan bir şecaat vardır. Ve başımızın dolusu zekâvetimiz var. Ve sinemizi mâlâmâl edecek gayret vardır. Ve bedenimizi ve azalarımızı dolduracak itaat vardır. Ve dereleri hayatlandıracak ve dağları müzeyyen edecek efradımız var. (1) Neden böyle sefil ve müflis ve zelil kaldık ki.. hem yol üstünde de kaldık. Terakkiye binenler bizi çiğneyip istikbale doğru koşup gidiyorlar. Komşumuz olan milletler bizden az iken, kuvvetleri bizden çok kısa iken üzerimize tetavül ediyorlar? (2)

اِنَّ رِكْسَهُمْ يَغْلِبُ طَاهِرَنَا
  
        C- Hînâ, meşrutiyette tövbenin kapısı açıktır ve tövbe edenler çoktur. Şimdiki rüesaya tevbih ve ta’nifte hakkım yoktur. Ben taşımı sâbıka atıyorum. Bazılarının hatırı kırılsa da mazur tutulsun. Yalnız hakkın hatırı kırılmasın. Zira milletin hatırı, onların hatırından daha âlî, daha gâlîdir. İşte o tedenninin mühim bir sebebi: Bazı rüesa ile haksız olarak millete fedakârlık iddia eden sahtekâr hamiyetfüruşlar veya velayeti dava eden ehliyetsiz bazı müteşeyyihlerdir. Fakat sünnet-i seniyeye muhalif olan bu sünnet-i seyyie, yine istibdadın seyyiatındandır.
        S- Nasıl?
-------------------------------------------------

(*): Ehemmiyetli bir cevabdır.
 
(1): Demek kuvve-i maneviyeleri kırılmamış.

(2): İstersen dikkat et. O zaman Ermeni meb’usu Vartakis ve Hakkari meb’usu Seyyid Molla Tahir’e işaret eder.
Ses Yok