Münazarat | Münazarat | 31
(1-37)
C- Ademin kabahatını, vücuda vermek kadar ahmaklıktır.
S- Ne demek?
C- Bir zâtta ilim, adem-i hilim ile iktiranı cihetiyle, adem-i hilimden neş’et eden kabahatı ile ilmi mahkûm etmek ne derece eblehliktir. Öyle de; İslâm’ın kudsiyetini daima telkin eden ve ahkâm-ı diniyeyi iktidarlarınca tebliğ eden ve şimdi millet-i İslâmiye mabeyninde en ziyade hürmet ve muhabbet ve merhamete müstehak olan bîçare ülemayı, zamana yakışacak ülemanın adem-i vücudundan neş’et eden kabahatı ve günahı ile mahkûm etmek ve o kabahat ve o günahı o bîçarelere hamletmek, ahmaklık değildir de ya nedir?
Evet vücudlarından zarar gelmemiş, istediğimiz ülemanın ademinden gelmiştir. Zira zekiler galiben mektebe gittiler. Zenginler, medresenin maişetine tenezzül etmediler. Medrese de -intizam ve tefeyyüz ve mahreç bulunmadığından- zamana göre ülemayı yetiştiremedi. Sakınınız! Ülemaya buğzetmek, büyük bir hatardır (1).
S- Niyeti hâlis olanlar azdır. Senin niyetin hâlis olsa muvaffak olacaksın, niyetine bak?
C- Lillahilhamd ve lâ fahr.. (2) İhlas-ı niyeti ihlâl eden ve anasır-ı garaz olan neseb ve nesil ve tama’ ve havf beni bilmiyorlar. Ben de onları tanımıyorum veya tanımak istemiyorum. Zira meşhur bir nesebim yok ki, mazisini muhafazaya çalışayım. Ben ebu lâşey olduğumdan bir neslim de yoktur ki, istikbalini temin edeyim. Öyle bir cünunum var ki, Divan-ı Harb dehşet ve tahvifiyle tedavisine muktedir olamadı. Öyle bir cehaletim var ki, beni ümmi edip, dinar ve dirhemin nakşını okuyamıyorum…
Kaldı, ticaret-i uhrevî. Öyle bir ahdetmişim ki, re’s-ül malı da kaybetsem mesleğimden dönmeyeceğim. Şimdiden hasaret ediyorum, çok günaha düşüyorum.
Bir şey kaldı: O da şöhret-i kâzibedir. İşte ben ondan usandım, kaçıyorum. Zira uhdesinden gelmediğim çok vazifeyi bana yükletiyor.
S- Neden meşrutî hükûmete ve dinsiz olmayan Jön Türklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?
C- Mümkün olduğu derecede sû’-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise zâten iyi; yoksa, tâ öyle olsunlar, yol gösteriyorum.
S- İttihad ve Terakki hakkında re’yin nedir?
C- Kıymetlerini takdir ile beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete mu’terizim. (1) Me’muldür ki, o şiddet nedamete ve şefkate inkılab etsin. Lâkin onların iktisadî ve maarifî olan -bahusus şarkî vilayetlerdeki- şubelerini bir derece istihsan ve tebrik ederim.
S- Ne demek?
C- Bir zâtta ilim, adem-i hilim ile iktiranı cihetiyle, adem-i hilimden neş’et eden kabahatı ile ilmi mahkûm etmek ne derece eblehliktir. Öyle de; İslâm’ın kudsiyetini daima telkin eden ve ahkâm-ı diniyeyi iktidarlarınca tebliğ eden ve şimdi millet-i İslâmiye mabeyninde en ziyade hürmet ve muhabbet ve merhamete müstehak olan bîçare ülemayı, zamana yakışacak ülemanın adem-i vücudundan neş’et eden kabahatı ve günahı ile mahkûm etmek ve o kabahat ve o günahı o bîçarelere hamletmek, ahmaklık değildir de ya nedir?
Evet vücudlarından zarar gelmemiş, istediğimiz ülemanın ademinden gelmiştir. Zira zekiler galiben mektebe gittiler. Zenginler, medresenin maişetine tenezzül etmediler. Medrese de -intizam ve tefeyyüz ve mahreç bulunmadığından- zamana göre ülemayı yetiştiremedi. Sakınınız! Ülemaya buğzetmek, büyük bir hatardır (1).
S- Niyeti hâlis olanlar azdır. Senin niyetin hâlis olsa muvaffak olacaksın, niyetine bak?
C- Lillahilhamd ve lâ fahr.. (2) İhlas-ı niyeti ihlâl eden ve anasır-ı garaz olan neseb ve nesil ve tama’ ve havf beni bilmiyorlar. Ben de onları tanımıyorum veya tanımak istemiyorum. Zira meşhur bir nesebim yok ki, mazisini muhafazaya çalışayım. Ben ebu lâşey olduğumdan bir neslim de yoktur ki, istikbalini temin edeyim. Öyle bir cünunum var ki, Divan-ı Harb dehşet ve tahvifiyle tedavisine muktedir olamadı. Öyle bir cehaletim var ki, beni ümmi edip, dinar ve dirhemin nakşını okuyamıyorum…
Kaldı, ticaret-i uhrevî. Öyle bir ahdetmişim ki, re’s-ül malı da kaybetsem mesleğimden dönmeyeceğim. Şimdiden hasaret ediyorum, çok günaha düşüyorum.
Bir şey kaldı: O da şöhret-i kâzibedir. İşte ben ondan usandım, kaçıyorum. Zira uhdesinden gelmediğim çok vazifeyi bana yükletiyor.
S- Neden meşrutî hükûmete ve dinsiz olmayan Jön Türklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?
C- Mümkün olduğu derecede sû’-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise zâten iyi; yoksa, tâ öyle olsunlar, yol gösteriyorum.
S- İttihad ve Terakki hakkında re’yin nedir?
C- Kıymetlerini takdir ile beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete mu’terizim. (1) Me’muldür ki, o şiddet nedamete ve şefkate inkılab etsin. Lâkin onların iktisadî ve maarifî olan -bahusus şarkî vilayetlerdeki- şubelerini bir derece istihsan ve tebrik ederim.
Ses Yok