Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 106
(1-445)
Bunları ilim noktasında irşad yoluyla ta'dil etmek, yani içlerine girerek onları istikamete sevketmek ve İslâm dairesinde muhafazalarına çalışmak, ülema üstünde bilhassa vâcib bir vazifedir. Nitekim eskidenberi İslâm üleması lüzumu derecesinde bu vazifeyi yerine getirmişlerdir. Amma bir de görüyoruz taassubu namına, adı geçen muazzam ve nurlu zümreye karşı harb açtılar; velâyet, keşif ve kerametin aslını toptan inkâr ettiler. Hattâ velâyet ve keramet gibi hallere dair vürûd etmiş ehadîs-i şerifeleri de bazı bahanelerle mevzulukla damgalamaya çalıştılar. Evliyadan mühim bazı zâtları, sekir ve istiğrak hallerinde söyledikleri bazı sözlerini davalarına delil gösterek, bunlara küfür ve ilhad isnad ettiler ve hakeza...
Bu arada müstakim ve küllî basiretli Ehl-i Sünnetin büyük ve müçtehid âlimleri de bunların tecavüzkar saldırılarına cevablar verdiler. İbn-i Hacer-i Heysemî, İmam-ı Sübkî gibi muhakkik âlim müçtehid ve muhaddisler; sözde bid'atlara karşı harb açmış olan bu bid'atçı kimselerin aşırı davranışlarının, velâyet ve kerameti düpedüz inkâr olduğunu, dolayısıyla bu hareketlerin senaryocuları olan İbn-i Teymiye gibi kimselerin aşırı ve mizansız çıkışlarının küfre kadar gidebileceğine ihtimal verdiler ve hakeza... İslâm âleminde uzun asırlar bu dedikodular, bu aşırı gruplaşma ve kutuplaşmalar sürüp geldi. Elbette ki "İfrat tefriti doğurur" kaidesiyle bu hataların cezaları, evvelâ müsebbiblerine terettüb etmesi daha ziyadedir.
Amma ehl-i sünnet âlimlerinin mutlak ekseriyeti ise, ötedenberi birbirleriyle çatışarak gelmiş olan bu iki grubun ileri sürdükleri gibi; "Her iki tarafta da ne bir küfür ve ilhad ve ne de aşırı bir dalâlet ve tuğyan söz konusudur. Olsa olsa fikren ve ilmen bazı hatalar mevzu-u bahistir, günahkâr olmuş olabilirler." diye hüküm koydular. Ne İbn-i Teymiye'nin, başta Muhyiddin-i Arabî hakkında ileri sürdüğü küfür ve tadlilleri; ne de İbn-i Hacer'in, İbn-i Teymiye ve emsali hakkında ileri sürdüğü küfür ve isnadları vaki'dir. Ehl-i Sünnet Ve-l Cemaatın büyük âlimlerinin ekseriyeti mes'eleyi böylece karara bağlamışlardır.
 HADÎSİN SENEDİ VE İHTİLÂFLI GÖRÜŞLER
Hadîs ilminin -sened ve rivayetler hasebiyle-, sağlam vesikalara istinad eden gerçek tarih ilmiyle yakın benzerliği vardır. Bu ilmin âlimlerinde, yani muhaddislerde olan dürüstlük, hür fikirlilik ve çekinmeden eleştiricilik, emsali bulunmaz niteliktedir. Avrupalı müsteşrik ve feylesoflarını dahi bu dürüstlük ve samimi tenkid sembolü olan ilim ve ülema karşısında hayretle diz çöktürmüş, hayranlıkla nazar-ı dikkatlerini çekmiştir.
Evet, hadîsin rivayet silsilesine giren binlerce insanın umumî ve hususî hayatlarını en ince eleklerden geçirircesine tahlil etmeleri ve ona göre hadîsin mertebelerini tesbit etmeleri, harikulâde bir samimiyet ve dürüstlüğün aşikâre delilidir.
Lâkin, üst tarafta temas ettiğimiz gibi, hadîs nekkadları arasında râvilerin hallerini incelemeleri sonunda, hadîslerin mertebelerini tesbit etmek hususunda vardıkları hükümlerde ayrı ayrı görüşler ortaya çıkmıştır. Bir hadîs imamı, bir hadîse; "Sahihdir!" dediğine karşılık, başka birisi aynı hadîse zaiflik, hattâ mevzuluk ayrı ayrı da olsa, hayli tartışmalar olmuş. Bir kısmı, fazla katılık gösterenlere müteşeddidlik, yani, müsamahasızlık ve sertlik isnad ettikleri gibi, bunlar da ötekilerine fazla müsamahacı ve yumuşak davranmakla ittiham edip mütesahil demişlerdir. Böylece mukallid olan etba'ları ise, bu gibi ihtilâf noktalarını çok ileri derecelere götürmüşlerdir. Bir de bunların ortası, istikamet ve insaf ehli olanları vardır ki, muhaddislerce her ne kadar "Mutavassıtlar" diye ad konulmamışsa da, varlıkları kat'îdir.
Müteşeddiler taifesinin fazla müşkil-pesentleri, ziyade ifrat edip birçok hadîslerin heder olmasına , hiç olmazsa şaibelenmesine sebeb oldukları gibi, fazla yumuşak ve müsamahakârların çok tefritkârlıkları ise, cerh ve ta'dil kanunlarını hiç nazara almadan duyulan herşeyi hadîs olarak kabul etmeye çalışmışlardır. Amma istikamet ve insaf erbabı büyük muhaddislerin cumhuru ise, hadd-i vasatı ihtiyar edip, ifratkâr müteşedditlerin hadîs kırımına karşı sed olmuş, birçok mühim hadîs-i şeriflerin ziya'ını önlemişlerdir. Aynı zamanda cerh ve ta'dil mekanizmasını insaf ve hakperestlik çerçevesinde işlettirip, fazla mütesahillerin de önüne sed olmuşlardır.
İşte bu mezkûr noktalardan, yani ihtilâflı görüşlerden dolayı, Buharî ve Müslim'in hadîslerinin sahihliği üzerinde büyük ekseriyetle ittifak hâsıl olduğu halde, geri kalan hadîs kitaplarındaki sahih olan hadîsleri üzerinde kesin ittifak hasıl olamamıştır. Yani bu kitaplarda, müellif ve müsanniflerince sahih olarak kaydedilen hadîslere, başkaları tarafından, müellif ve müsanniflerince sahih olarak kaydedilen hadîslere, başkaları tarafından ilişmeler olabilmiştir. Bu minval üzere hadîslere, başkaları tarafından ilişmeler olabilmiştir. Bu minval üzere hadîslerin Hasen ve Zaiflik mertebeleri hususunda da aynı tarzda kesin bir ittifak söz konusu değildir. Bir kısmına göre Hasen bir hadîs, başkalarına göre, sahih veya zaif olabiliyor. Mevzuluk mes'elesi ise, daha çok enteresandır. Yani şimdi tedavülde bulunan yüz kadar kaynak hadîs kitaplarında mevcud hadîslerin bazısına, müfrit ve katı müteşeddidlerin mevzuluk isnadına mukabil, birçok kâmil muhaddislerce ise onlar hasenlik, hiç olmazsa zaiflik mertebesinde bırakılmış, bu durumda mevcud kaynak olan hadîs Kitaplarında, Mevzu' hadîs hiç yoktur demek mümkündür. Elbette bu kaideden şâz olan bazı istisnalar (*) hâriçtir.
__________________
(*) Bu şâz istisnalar, senedleri itibariyle Müsned-ül Firdevs, Mu'cem-üt Taberanî gibi bazı sözler için de söz konusudur.
Ses Yok