Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 109
(1-445)
BÖLÜM-1
Hadîsin Resullullah'ın (A.S.M.) hayatında hâiz olduğu ehemmiyet ve tekevvün işi şöyledir:
"Hadîs" kelimesinin ıstılahî mânası, bir kavle göre "Sünnet" mânsını da içine alması ve bu mâna ile Resulullah'ın (A.S.M.) söz, fiil, hareket ve tavırlarının tamamından ibaret olması hasebiyle, elbette ki onun ehemmiyeti hemen anlaşılır. Çünki Şeriatın en büyük ana kaynağından ikincisidir. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'inde birkaç yerde, bu sünnete ittibaa kat'î emreder. Birisi: Haşir Sûresi, âyet: 7'de:
Yani: "Peygamber'in size uyulması ve yapılması için getirdiği ve söylediği şeyleri tutunuz! Nehyettiği şeylerden kaçınınız!" diye ferman eder. Dolayısıyla hadîs-i Resulullah'ın Kur'an'dan sonra gelen derecesiyle, elbette ki ehl-i takva olan Sahabeler herkesden önce ve herşeyden daha evvel, ona ehemmiyet vermeleri ve bütün ruhu canlarıyla ona sarılıp muhafaza etmeleri icab eder.
Zira hakikî iman, elbette Peygamber'e iman etmeksizin mümkün olmadığı gibi; İslâmiyette de, sünnetsiz ve hadîssiz Şeriat olamaz, mümkün değildir. Bu kaziyeyi birçok hadîs-i şerifler'de Peygamber (A.S.M.) emir ve beyan buyurmuşlardır. Bahsin uzamaması için, kısa kesiyor ve tafsilatını bütün hadîs kitaplarının mukaddemelerinde bulunan geniş izahlara havale ediyoruz.
Hadîsin Asr-ı Saadette ve Resulullah'ın hayatında tekevvün şekli ve muhafazası işi ise kısaca şöyle olmuştur:
İlk başlarda Resulullah'ın (A.S.M.) sözleri, Kur'an âyetleriyle iltibas olmaması ve âyetten sayılmaması için, yazı ile muhafaza edilmesini Peygamber istememiş. Hattâ bir hadîs-i şerifiyle "Sahabelerden hadîs yazan varsa, onu imha etsinler." (*) diye ferman etmiş.
Fakat daha sonra, bazı Sahabelere ilk önce hususî şekilde hadîsinin yazıyla kaydedilmesine izin vermiş, daha sonra bu izin umumî bir sûret almıştır. Şöyle ki:
Feth-i Mekke gününde Resul-i Ekrem (A.S.M.) insanlara hitab edip, pek mühim mes'eleler hakkında konuşmasını yaparken, Yemenli Ebu Şâh isminde bir zât, ayağa kalkarak: "Ya Resulallah! Bu konuştuklarını bana yaz, yahut
yazdır!" dedi. Bunun üzerine Peygamber (A.S.M.) Sahabelere hitaben: "Ebu Şâh'a bunları yazınız!" (**) diye ferman etmiş.
Daha sonraları Peygamber'in hadîslerinin yazı ile kaydedilme izni bir nevi umumîleşti. Bunun bazı örnekleri şöyledir:
Hazret-i Abdullah bin Amr bin El-As duyduğu hadîsleri yazıyla kaydetmeye başladı. Kureyş'ten bazı zâtlar ona itiraz ettiler. O da geldi, Resulullah'a durumu bildirdi. Peygamber (A.S.M.) ona ferman etti:
Başka bir tarikte der: (***)
Yani: "Sen yaz! Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, benden (yahut bu ağızdan) yalnız hak çıkar." demiş.
Başka bir hadîs-i şerifte: "Enes bin Mâlik (R.A.) bazı hadîsleri yazıyla kaydederek Resulullah'a arzetmiş. O da memnun olmuş." (Müstedrek-ül Hâkim 3/574)
Amma bütün bunlarla beraber hadîs-i şerifleri yazı ile hıfzetme işi, maalesef yüzde on nisbetinde de değildir. Geri kalan bütün hadîs-i şerifler, Sahabelerin zihinlerinde ve hâfızalarında yerleşmiş olanlardır. Sahabeler her ihtiyaç oldukça veya münasebet geldiği vakit, yahut da medar-ı münakaşa bir mes'ele ortaya atıldığı vakit, o mes'ele ve husus hakkında Resulullah'tan duyduklarını hatırlayara, o mes'eleyi aydınlatmak için hadîsleri söylemişlerdir. Böylece hadîsin rivayet yolları ve râvileri de çoğalmıştır.
"Âh keşke bütün ehadîs-i şerife, Resulullah (A.S.M.) hayatta iken hep yazı ile kaydedilmiş olsa idi" diye insanın diyesi geliyor. Evet, eğer öyle olmuş olsaydı, bugün ehadîs-i şerifeyi kabul etmeyen ve bazı bahaneler ile mevzulukla ittiham etmeye yeltenen insanlar meydana çıkmayacağı gibi, hiç kimse de Peygamber adına uydurma bir söz söyleyemezdi.
Lâkin, bu din, Allah'ın dinidir ve O'nun tasarrufundadır. Belki bu işin mevcud vaziyette bulunmasıyla, dâr-ı imtihan ve tecrübe yeri olan bu dünyada insanların imtihanlarına bais olması gibi, daha bilmediğimiz hafî hikmetleri de vardır. Ayrıca hadîs ilmi gibi İslâm'ın çok muazzam olan bir ilim ve irfan hazinesi de belki bugün vücud bulmayabilirdi.
____________________
(*) Sahih-i Müslim 4/2298 (Ebu Said-il Hudrî'den rivayet); keza Müstedrek-ül Hâkim 1/127 ve 3/564; ve keza Şerh-üs Sünne - Begavî 1/294
(**) Cami'u Beyan-il İlm ve Fadlihî - İbn-i Abd-il Berr sh: 70
(***) Sahih-i İbn-i Hibban 9/141; Müstedrek-ül Hâkim 1/105, 106; ve keza El-Feth-ür Rabbanî Şerh-i Müsned hadîs no: 172
Hadîsin Resullullah'ın (A.S.M.) hayatında hâiz olduğu ehemmiyet ve tekevvün işi şöyledir:
"Hadîs" kelimesinin ıstılahî mânası, bir kavle göre "Sünnet" mânsını da içine alması ve bu mâna ile Resulullah'ın (A.S.M.) söz, fiil, hareket ve tavırlarının tamamından ibaret olması hasebiyle, elbette ki onun ehemmiyeti hemen anlaşılır. Çünki Şeriatın en büyük ana kaynağından ikincisidir. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'inde birkaç yerde, bu sünnete ittibaa kat'î emreder. Birisi: Haşir Sûresi, âyet: 7'de:
Yani: "Peygamber'in size uyulması ve yapılması için getirdiği ve söylediği şeyleri tutunuz! Nehyettiği şeylerden kaçınınız!" diye ferman eder. Dolayısıyla hadîs-i Resulullah'ın Kur'an'dan sonra gelen derecesiyle, elbette ki ehl-i takva olan Sahabeler herkesden önce ve herşeyden daha evvel, ona ehemmiyet vermeleri ve bütün ruhu canlarıyla ona sarılıp muhafaza etmeleri icab eder.
Zira hakikî iman, elbette Peygamber'e iman etmeksizin mümkün olmadığı gibi; İslâmiyette de, sünnetsiz ve hadîssiz Şeriat olamaz, mümkün değildir. Bu kaziyeyi birçok hadîs-i şerifler'de Peygamber (A.S.M.) emir ve beyan buyurmuşlardır. Bahsin uzamaması için, kısa kesiyor ve tafsilatını bütün hadîs kitaplarının mukaddemelerinde bulunan geniş izahlara havale ediyoruz.
Hadîsin Asr-ı Saadette ve Resulullah'ın hayatında tekevvün şekli ve muhafazası işi ise kısaca şöyle olmuştur:
İlk başlarda Resulullah'ın (A.S.M.) sözleri, Kur'an âyetleriyle iltibas olmaması ve âyetten sayılmaması için, yazı ile muhafaza edilmesini Peygamber istememiş. Hattâ bir hadîs-i şerifiyle "Sahabelerden hadîs yazan varsa, onu imha etsinler." (*) diye ferman etmiş.
Fakat daha sonra, bazı Sahabelere ilk önce hususî şekilde hadîsinin yazıyla kaydedilmesine izin vermiş, daha sonra bu izin umumî bir sûret almıştır. Şöyle ki:
Feth-i Mekke gününde Resul-i Ekrem (A.S.M.) insanlara hitab edip, pek mühim mes'eleler hakkında konuşmasını yaparken, Yemenli Ebu Şâh isminde bir zât, ayağa kalkarak: "Ya Resulallah! Bu konuştuklarını bana yaz, yahut
yazdır!" dedi. Bunun üzerine Peygamber (A.S.M.) Sahabelere hitaben: "Ebu Şâh'a bunları yazınız!" (**) diye ferman etmiş.
Daha sonraları Peygamber'in hadîslerinin yazı ile kaydedilme izni bir nevi umumîleşti. Bunun bazı örnekleri şöyledir:
Hazret-i Abdullah bin Amr bin El-As duyduğu hadîsleri yazıyla kaydetmeye başladı. Kureyş'ten bazı zâtlar ona itiraz ettiler. O da geldi, Resulullah'a durumu bildirdi. Peygamber (A.S.M.) ona ferman etti:
Başka bir tarikte der: (***)
Yani: "Sen yaz! Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, benden (yahut bu ağızdan) yalnız hak çıkar." demiş.
Başka bir hadîs-i şerifte: "Enes bin Mâlik (R.A.) bazı hadîsleri yazıyla kaydederek Resulullah'a arzetmiş. O da memnun olmuş." (Müstedrek-ül Hâkim 3/574)
Amma bütün bunlarla beraber hadîs-i şerifleri yazı ile hıfzetme işi, maalesef yüzde on nisbetinde de değildir. Geri kalan bütün hadîs-i şerifler, Sahabelerin zihinlerinde ve hâfızalarında yerleşmiş olanlardır. Sahabeler her ihtiyaç oldukça veya münasebet geldiği vakit, yahut da medar-ı münakaşa bir mes'ele ortaya atıldığı vakit, o mes'ele ve husus hakkında Resulullah'tan duyduklarını hatırlayara, o mes'eleyi aydınlatmak için hadîsleri söylemişlerdir. Böylece hadîsin rivayet yolları ve râvileri de çoğalmıştır.
"Âh keşke bütün ehadîs-i şerife, Resulullah (A.S.M.) hayatta iken hep yazı ile kaydedilmiş olsa idi" diye insanın diyesi geliyor. Evet, eğer öyle olmuş olsaydı, bugün ehadîs-i şerifeyi kabul etmeyen ve bazı bahaneler ile mevzulukla ittiham etmeye yeltenen insanlar meydana çıkmayacağı gibi, hiç kimse de Peygamber adına uydurma bir söz söyleyemezdi.
Lâkin, bu din, Allah'ın dinidir ve O'nun tasarrufundadır. Belki bu işin mevcud vaziyette bulunmasıyla, dâr-ı imtihan ve tecrübe yeri olan bu dünyada insanların imtihanlarına bais olması gibi, daha bilmediğimiz hafî hikmetleri de vardır. Ayrıca hadîs ilmi gibi İslâm'ın çok muazzam olan bir ilim ve irfan hazinesi de belki bugün vücud bulmayabilirdi.
____________________
(*) Sahih-i Müslim 4/2298 (Ebu Said-il Hudrî'den rivayet); keza Müstedrek-ül Hâkim 1/127 ve 3/564; ve keza Şerh-üs Sünne - Begavî 1/294
(**) Cami'u Beyan-il İlm ve Fadlihî - İbn-i Abd-il Berr sh: 70
(***) Sahih-i İbn-i Hibban 9/141; Müstedrek-ül Hâkim 1/105, 106; ve keza El-Feth-ür Rabbanî Şerh-i Müsned hadîs no: 172
Ses Yok