Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 111
(1-445)
İkinci Madde: Birinci Maddedeki ferman-ı Nebevînin büyük tehdidinden endişe ve telâşa düşen Resulullah'tan duyduklarını, kelimesi kelimesine söyleyememe korkusundan âdeta dilleri tutulan Sahabelerin, bu tür endişelerini izale ile, hadîslerin neşir ve tebliği hususunda hadd-i vasat bir makamda kuvve-i maneviyelerini te'min için, Resulullah (A.S.M.) lütufkâr irşadlarda bulunmuştur. Amma Peygamberin bu izin ve müsadelerine rağmen, yine de o korku ve endişe bazı Sahabelerde devam etmiştir. Bunun örneği şöyledir:
Sahabî-i celil Abdullah bin Mes'ud (R.A.) Resulullah'ın (A.S.M.) vefatından hayli zaman sonra, Kûfe'de bir gün, Resulullah'tan bir hadîs-i şerif nakletmek üzere söze başlamak isterken, birden bire sararıp titremeye ve gaşy içinde kendinden geçerek mübarek alnından terler akmaya başlamış. "Kale Resulullah" diyememiş. Bir rivayette, bir sene kadar aynı hadîs-i şerife müteveccih olup, nakletmek
isterken; "Kale Resulullah" diyemiyormuş. Çünki "Kale Resulullah" dediği zaman, kendisine göre, hadîsi kelimesi kelimesiyle aynen aktarması icab ediyor. (*)
Öbür rivayette ise; bir-iki def'a öyle gaşy içinde baygınlıklar geçirdikten sonra demiş: "Söylediğimin ya az altında, ya da üstünde, ya da ona yakın bir tarzda olarak... (**)"
İşte Sahabelerin bazıları, İbn-i Mes'ud gibi, Resulullah'ın sözlerini naklederken, mutlaka kelimesi kelimesine söylemenin kat'i lüzumluluğunu ileri sürüyorlardı. Amma diğer sahabelerin ekserisi ise, az sonra kaydedeceğimiz izin ve müsaade-i Nebeviyeye dayanarak; Peygamber'in duyulan bir sözünün mânsanını muhafaza ederek, hadîsin kelimelerini aynen hatırlayamasa da, başka kelimelerle nakletmeyi caiz görmüşlerdir. Zira eğer bu yolda gidilmeyip, Abdullah bin Mes'ud gibi zâtların mesleği esas alınmış olsaydı, birçok hadîs-i şeriflerin heder olması ve ümmete tebliği ve ulaştırma vazifesi yerine gelmemiş olması söz konusu olurdu.
Sahabelerdeki bu farklı iki görüş, muhaddisler arasında da devam etmiştir. Fakat ekseriyetin re'yi; "Hadîs-i bil-mâna ile nakledilmesi caizdir." yönündedir. Nitekim bu kitabın Hadîsler Cetvelinin 208/1 bölümünde bu hususta bazı me'hazler verilmiştir.
Peygamberin (A.S.M.) izin ve müsaadesini bildiren rivayet veya hadîs-i şerif şöyledir: (Meâlen) "Benim sözümü, kasd-ı mahsusla haramı helâl, helâlı da haram etmeden ve mânasını kırpmadan, kesmeden ve bozmadan başka hafızlarla söyleyebilirsiniz. Kelimelerde takdim ve te'hirin zararı yoktur." (Bakınız: Şerh-üs Sünne - Begavî, Mukaddeme sh: 5; Nevadir-ül Usûl sh: 398; Mecma-uz Zevaid 1/148 ve 154; El-Metalib-ül Âliye 3/122; Daremî 1/79; El-İlma' - Kadı İyaz sh: 12 ve 178; El-Fethül Kebir 3/311; Bostan-ül Ârifin - Es-Semerkandî sh: 6 ve daha geniş izah için İthaf-üs Sâdet-il Müttakîn - İmam-ı Zebidî 1/66)
Bu hakikatın yanında, Hazret-i Resulullah (A.S.M.) hadîslerinin ümmetine tebliği ve herkese yayılmasını çok ehemmiyetle istemiş ve bu vazifeyi yapmanın pek ziyade ehemmiyet ve faziletinden söz etmiştir. Bu hususa dair vürûd etmiş hadîs-i şeriflerden de bir-iki örnek arzedelim:
Birinci Örnek: İmam-ı Şafiî ve Beyhakî'nin, Abdullah bin Mes'ud'dan naklettikleri şu hadîs-i şeriftir:
Aynı bu hadîsi az değişik lafızlarla Ebu Davud ve Tirmizî ise şöyle nakletmişler: (***)
Her iki tarz hadîs-i şeriflerin müşterek mânaları: "Allah-u Teâlâ, o kişiyi nurlandırsın ki, beni sözümü işitip muhafaza eder, mânasını düşünerek ona uyar ve onu tebliğ eder. Çünki birçok fıkıh hameleleri var ki; tebliğ edeceği kimseler içinde, ondan daha fakih kimseler bulunabilir."
Yine bu babda, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Haccet-ül Veda hutbesinde, Ashabına ve ümmetine çok mühim mes'elelere etraflıca temas edip, hutbesini bitirirken, şöyle ferman buyurmuş:
(El-Medhal Beyhakî sh: 23)
Kısaca meâli: "Dikkat ediniz, şimdi sizden burada sözlerimi işiten hazır kimseler, burada bulunmayanlara onu tebliğ etsin! Çünki bazan olur ki; tebliğ edilen adam, benden işitmeden onu daha çok muhafaza edebilir."
Bu hadîs-i şeriflerin mânalarını te'yid ve takviye eden Kur'an'da bir kaç âyet de vardır. Amma mes'elenin daha fazla uzamaması için onu hadîs kitaplarına havale ediyoruz.
Böylece ehadîs-i şerifenin iki had ortasında muhafazası, tebliği ve neşri Peygamberce konulan muhkem kaideler çerçevesinde gerçekleşmiş ve Allah'a hadsiz şükürler olsun, sapasağlam bize kadar ulaşmıştır. Lâkin bir kısım sırlı ve hususî hadîsler vardır ki; mezkûr kaideler çerçevesinde değil, ancak ehli arasında hususî şekilde muhafaza edilip gelmiştir. Bu âhirki mes'eleyi "Sırlı ve Hususî Hadîsler Bölümü"nde ele alacağımızdan, burada bu işaretle iktifa ediyoruz.
-------------------------------------------------
(*) Ahbâr-ı Ebu Hanife sh: 95 ve 177
(**) Menhat-ül Ma'bud Fi-Tahric-i Ehadîs-i Müsned-i Ebu Davud Et-Tayalisî 1/37
(***) Şerh-ül Manzumet-il Beykuniye sh: 5
Ses Yok