Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Risale-i Nur’dan fıkralar ve mektublar | 16
(1-21)
Muhitimizde, Risalet-ün Nur’a karşı cazibedar ve çok âlî hakikatlarından başka ehl-i bid’a lisanları susmuş; güya karanlıklı girdablara sokulmuşlar, konuşmuyorlar. Konuşsalar da tesirleri kalmamıştır. Cazibedar ve i’cazkâr lisanıyla ancak Risalet-ün Nur konuşuyor. Bid’a ve dalalet zulmetlerine karşı ancak onun talebeleri, kuvvet-i imanla çelikten bir kal’a gibi duruyorlar. Hem öyle fevkalâde fütuhat yapıyor ve öyle hârikulâde bir surette emir ve nehy-i Kur’anîyi temessük ettiriyor ki, pek çok müşahedatımızdan yalnız birisini bin kalemli kardeşimiz söylüyorlar ki… Sükût.
Şaban-ı Şerifin onbeşinci cumartesi Leyle-i Berat gecesi rü’yamda; büyük berrak, küçük bir deniz olan bir göl sahilinde İngiliz veyahut Almanla, biz yani Türk hükûmeti harbediyormuş. Harb esnasında semadan bir karaltı zuhur etmeğe başladı. “Acaba bu semadan inen nedir?” diye hepimizin nazar-ı dikkatini celbetti. Yakınlaştıkça bir insan ve sonra üzeri ihramlı, yüzü bir parça esmer, başı beyaz ve büyük tülbend ile sarılı bir kadın şeklini alarak, gölün ortasında hemen ineceği zaman derhal oraya bir mermerden minber yapılarak minberin üzerine indi. Sonra, zât-ı âlînizden gelen umum mektubları okumağa başladı. Her iki tarafta sükûnet hasıl oldu. Okuduğu mektubları herkes can kulağıyla dinledi. Sonra nihayetinde “Evet, Hazret-i Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ahkâm-ı şer’iyesince amel ederseniz, yakayı kurtarırsınız. Eğer Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ahkâm-ı şer’iyesine riayet etmezseniz, hepiniz mahv u perişan olacaksınız.” diye söyledi. Sonra evime geldim. Bizim Re’fet Bey’le Rüşdü Efendi bizim eve geldiler, bendenize dediler: “Bu sırrı sen mi ifşa ettin? Bu mektublar minber üzerinde okundu?” Bendeniz de cevaben: “Hâyır kardeşlerim, bu sırrı siz anlamadınız mı? Bu gelen zât, semadan geliyor, bu mektubları oradan getiriyor. Ben kim oluyorum ki, o havadisi oraya çıkarayım?” diye onlara söyledim. Sonra bunlara bir hediye ikram edeyim diye baktım, evimizin deliğinde dört top helva gördüm. Birisini birine, diğerini öbürüne ve iki tanesini de kendim yedim. Ağzım tatlı olarak uyandım.
İnşâallah Leyle-i Berat hürmetine ve duanız berekâtıyla hakkımızda mübarektir, lütfen tabirini beklemekteyiz.
Aziz kardeşlerim!
Bu defa mektub yerinde bu meyveyi gönderiyoruz.
Bir âyetin mana-yı işarîsinin külliyetinden bir ferdi, Hürriyetten bu âna kadardır. Teşrin-i sâni otuzuncu gün 1358’de Karadağ başına çıkıyordum. “İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar…” hatıra geldi. Birden, her müşkilimi halleden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, Sure-i Ve’l-Asrı’yı karşıma çıkardı. “Bak!” dedi: Baktım. Her asra hitab ettiği gibi, bu asrımıza da daha ziyade bakan وَ الْعَصْرِ اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetindeki اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ makam-ı cifrîsi bin üçyüz yirmidört (1324) edip, hürriyet inkılabıyla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harbleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlubiyetleri ve muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumî’nin zemin yüzünde fırtınaları gibi, semavî ve arzî musibetlerle hasaret-i insaniye ile اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetinin bu asra dahi bir hakikatı, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem’a-i i’cazını gösteriyor. اِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ise, makam-ı cifrîsi (âhirdeki ت , هـ sayılır, şedde sayılmaz) bin üçyüz ellisekiz (1358) olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasaretlerden bâhusus manevî hasaretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi, iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasaretin de sebeb-i yegânesi küfr ü küfran, şükürsüzlük yani imansızlık, fısk u sefahet olduğunu gösterdi. Sure-i وَ الْعَصْرِ in azamet ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikın hazinesi olduğunu tasdik ederek, Cenab-ı Hakk’a şükrettik.
Evet Âlem-i İslâm, bu asrın hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi, Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasarat ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu’nun bir meydan-ı harb olmamasının sebebi; اِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا kelime-i kudsiyesinin hakikatını fevkalâde bir surette yüzbin insanların kalblerine tahkikî bir tarzda ders veren Risale-in Nur olduğunu, pek çok emarelerle ve şakirdlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatları isbat eder.
Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur’a sıkıntı veren veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi; bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur’un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatasıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.
Hüsrev
* * *
Kâtib Osman’ın rü’yasına ait bir fıkrasıdırŞaban-ı Şerifin onbeşinci cumartesi Leyle-i Berat gecesi rü’yamda; büyük berrak, küçük bir deniz olan bir göl sahilinde İngiliz veyahut Almanla, biz yani Türk hükûmeti harbediyormuş. Harb esnasında semadan bir karaltı zuhur etmeğe başladı. “Acaba bu semadan inen nedir?” diye hepimizin nazar-ı dikkatini celbetti. Yakınlaştıkça bir insan ve sonra üzeri ihramlı, yüzü bir parça esmer, başı beyaz ve büyük tülbend ile sarılı bir kadın şeklini alarak, gölün ortasında hemen ineceği zaman derhal oraya bir mermerden minber yapılarak minberin üzerine indi. Sonra, zât-ı âlînizden gelen umum mektubları okumağa başladı. Her iki tarafta sükûnet hasıl oldu. Okuduğu mektubları herkes can kulağıyla dinledi. Sonra nihayetinde “Evet, Hazret-i Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ahkâm-ı şer’iyesince amel ederseniz, yakayı kurtarırsınız. Eğer Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ahkâm-ı şer’iyesine riayet etmezseniz, hepiniz mahv u perişan olacaksınız.” diye söyledi. Sonra evime geldim. Bizim Re’fet Bey’le Rüşdü Efendi bizim eve geldiler, bendenize dediler: “Bu sırrı sen mi ifşa ettin? Bu mektublar minber üzerinde okundu?” Bendeniz de cevaben: “Hâyır kardeşlerim, bu sırrı siz anlamadınız mı? Bu gelen zât, semadan geliyor, bu mektubları oradan getiriyor. Ben kim oluyorum ki, o havadisi oraya çıkarayım?” diye onlara söyledim. Sonra bunlara bir hediye ikram edeyim diye baktım, evimizin deliğinde dört top helva gördüm. Birisini birine, diğerini öbürüne ve iki tanesini de kendim yedim. Ağzım tatlı olarak uyandım.
İnşâallah Leyle-i Berat hürmetine ve duanız berekâtıyla hakkımızda mübarektir, lütfen tabirini beklemekteyiz.
Talebeniz
Kâtib Osman
Kâtib Osman
* * *
Karadağ’ın Bir MeyvesiAziz kardeşlerim!
Bu defa mektub yerinde bu meyveyi gönderiyoruz.
Bir âyetin mana-yı işarîsinin külliyetinden bir ferdi, Hürriyetten bu âna kadardır. Teşrin-i sâni otuzuncu gün 1358’de Karadağ başına çıkıyordum. “İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar…” hatıra geldi. Birden, her müşkilimi halleden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, Sure-i Ve’l-Asrı’yı karşıma çıkardı. “Bak!” dedi: Baktım. Her asra hitab ettiği gibi, bu asrımıza da daha ziyade bakan وَ الْعَصْرِ اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetindeki اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ makam-ı cifrîsi bin üçyüz yirmidört (1324) edip, hürriyet inkılabıyla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harbleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlubiyetleri ve muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumî’nin zemin yüzünde fırtınaları gibi, semavî ve arzî musibetlerle hasaret-i insaniye ile اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetinin bu asra dahi bir hakikatı, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem’a-i i’cazını gösteriyor. اِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ise, makam-ı cifrîsi (âhirdeki ت , هـ sayılır, şedde sayılmaz) bin üçyüz ellisekiz (1358) olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasaretlerden bâhusus manevî hasaretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi, iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasaretin de sebeb-i yegânesi küfr ü küfran, şükürsüzlük yani imansızlık, fısk u sefahet olduğunu gösterdi. Sure-i وَ الْعَصْرِ in azamet ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikın hazinesi olduğunu tasdik ederek, Cenab-ı Hakk’a şükrettik.
Evet Âlem-i İslâm, bu asrın hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi, Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasarat ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu’nun bir meydan-ı harb olmamasının sebebi; اِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا kelime-i kudsiyesinin hakikatını fevkalâde bir surette yüzbin insanların kalblerine tahkikî bir tarzda ders veren Risale-in Nur olduğunu, pek çok emarelerle ve şakirdlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatları isbat eder.
Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur’a sıkıntı veren veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi; bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur’un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatasıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.
Dinle
-