Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Risale-i Nur’dan fıkralar ve mektublar | 17
(1-21)
Sure-i Ve-l’Asr’ın Dağ Meyvesi namında nüktesine bir haşiyedir
اَلصَّالِحَاتِ daki ت, âhirdeki “ta”lar ekseriyetçe vakfa rast gelmesiyle cifirce هـ sayılabilir. Bu noktada اِلاَّ beraberdir, bu zamanımızı gösterir (1358). Ve telaffuzca هـ okunmadığından ت kalabilir. Bu noktadan, şeddeler sayılmazsa ve اِلاَّ beraber değil, ikiyüz küsur zamana kadar iman ve amel-i sâlih ile beraber bir taife-i azîme, hasaret-i azîmeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret edip, Fatiha’nın âhirinde صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ gösterdiği zamana; hem
birinci cümle, bin beşyüz (1500) makamıyla âhirzamanda bir taife-i mücahidenin son zamanlarına; ve ikinci cümle bin beşyüzaltı (1506) makamıyla, galibane mücahedenin tarihine; ve üçüncü cümle bin beşyüz kırkbeş (1545) makamıyla pek az bir farkla, hem Fatiha’nın, hem Ve-l’Asrı Suresi’nin ikinci cümlesinin gaybî işaretlerine işaret edip, tevafuk eder. Demek bu hadîs-i şerifin üç cümlesinden herbirisi, bin beşyüz tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceğine dair işaretlerine, aynen bu اَلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ bin beşyüz altmışbir (1561) makamıyla, hem وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ bin beşyüz altmış (1560) makamıyla iştirak edip, o taife-i azîmenin mücahedatları ne kadar devam edeceğini mana-yı işarî ve cifrî ile gösterirler. Ve Fatiha ve hadîsin irae ettikleri tarihe, makam-ı ebcedleriyle takarrüb edip, farklı bir derece tevafuk ederler ve manalarıyla da tam tetabuk ederek, parlak bir lem’a-i i’caz-ı gaybiyeyi gösteriyorlar.
Kur’an’a ait en cüz’î, en küçük bir nükte de kıymeti büyük olduğundan; işarat-ı Kur’aniyenin bu zamanımıza tevafuk eden küçük bir şuaı bugün Sure-i Ve-l’Asrı nükte-i i’caziyesi münasebetiyle, Sure-i Fil’den mana-yı işarî tabakasından tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi. Şöyle ki:
Sure-i اَلَمْ تَرَ كَيْفَ meşhur ve tarihî bir hâdise-i cüz’iyeyi beyan ile, gelen ve her asırda efradı bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden herbir tabakaya göre bir manayı ifade etmek, umum asırlarda umum nev’-i beşerle konuşan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın belâgatının muktezası olmasından, bu kudsî sure bu asrımıza da bakıyor, ders veriyor, fenaları tokatlıyor. Mana-yı işarî tabakasında, bu asrın en büyük hâdisesini haber vermekle beraber; dünyayı her cihetle dine tercih etmek ve dalalette gitmenin cezası olarak, cifir ve hesab-ı ebced ile üç cümlesi, aynı hâdisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.
Birinci cümlesi: Kâ’be-i Muazzama’ya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına Ebabil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ cümle-i kudsiyesi, bin üçyüz elli dokuz (1359) edip, dünyayı dine tercih eden ve nev’-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşlar yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.
İkinci cümlesi: اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِى تَضْلِيلٍ kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâ’be’nin nurunu söndürmek için, hileler ile hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalalette aks-ül amel ile aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hileler ile, desiseler ile, Edyan-ı Semaviye Kâ’besini, kıblegâhını dalalet hesabına tahribe çalışan cebbar, mağrur ehl-i dalaletin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihi فِى تَضْلِيلٍ kelime-i kudsiyesi bin üçyüz altmış (1360) makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
Üçüncüsü:اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفِيلِ cümle-i kudsiyesi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a hitaben: “Senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerreme’yi ve Kâ’be-i Muazzama’yı hârikulâde bir surette düşmanlardan kurtarmasını ve o düşmanları nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?” diye mana-yı sarihiyle ifade ettiği gibi, bu asra dahi hitab eden o cümle-i kudsiye mana-yı işarîsiyle der ki: “Senin dinin ve İslâmiyet’in ve Kur’anın ve ehl-i hak ve hakikatın cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaatı için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!” diye mana-yı işarîsiyle, bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üçyüzelli dokuz (1359) tarihiyle aynen âfât-ı semaviye nev’inde semavî tokatlarla İslâmiyet’e ihanet cezası olarak, diye mana-yı işarî ifade ediyor. Yalnız “Ashab-il Fil” yerinde “Ashab-id Dünya” gelir. “Fil” kalkar, “Dünya” gelir. (Haşiye)
---------------------------------------------------------------------------------
(Haşiye): Bu “Fil” lafzı kalkmasının sırrı: Eski zamanda dehşetli Fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler. Şimdi ise dünya servetine ve malına ve o servetle havada ve denizde filolar teşkil edip, o fil gibi filolarla nev’-i beşeri esaret altına almış ve Avrupa medeniyetçileri medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üçyüzelli milyon müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip istibdadına serfüru’ etmiş ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest gaddar zalimlere, zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye ve fakir ve masumlar ve mazlumlara, fâni mallarını ve hayatlarını âhiretlerine çevirmek ve kıymetdar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffaret-üz zünub etmeye kader-i İlahîye fetva verdiler. Şimdi yedi senedir dünyaperestlerin bu musibette vaziyetlerini ve safahatlarını ve harb-i umumî sahifelerini kat’iyyen bilemiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu sure-i kudsiyenin mana-yı işarî tabakasından gelen tokatlar, tamı tamına onların başlarına iniyorlar ve surenin bir mana-yı işarîsini tam tefsir ediyor.
اَلصَّالِحَاتِ daki ت, âhirdeki “ta”lar ekseriyetçe vakfa rast gelmesiyle cifirce هـ sayılabilir. Bu noktada اِلاَّ beraberdir, bu zamanımızı gösterir (1358). Ve telaffuzca هـ okunmadığından ت kalabilir. Bu noktadan, şeddeler sayılmazsa ve اِلاَّ beraber değil, ikiyüz küsur zamana kadar iman ve amel-i sâlih ile beraber bir taife-i azîme, hasaret-i azîmeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret edip, Fatiha’nın âhirinde صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ gösterdiği zamana; hem
لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللّهُ بِاَمْرِهِ
birinci cümle, bin beşyüz (1500) makamıyla âhirzamanda bir taife-i mücahidenin son zamanlarına; ve ikinci cümle bin beşyüzaltı (1506) makamıyla, galibane mücahedenin tarihine; ve üçüncü cümle bin beşyüz kırkbeş (1545) makamıyla pek az bir farkla, hem Fatiha’nın, hem Ve-l’Asrı Suresi’nin ikinci cümlesinin gaybî işaretlerine işaret edip, tevafuk eder. Demek bu hadîs-i şerifin üç cümlesinden herbirisi, bin beşyüz tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceğine dair işaretlerine, aynen bu اَلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ bin beşyüz altmışbir (1561) makamıyla, hem وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ bin beşyüz altmış (1560) makamıyla iştirak edip, o taife-i azîmenin mücahedatları ne kadar devam edeceğini mana-yı işarî ve cifrî ile gösterirler. Ve Fatiha ve hadîsin irae ettikleri tarihe, makam-ı ebcedleriyle takarrüb edip, farklı bir derece tevafuk ederler ve manalarıyla da tam tetabuk ederek, parlak bir lem’a-i i’caz-ı gaybiyeyi gösteriyorlar.
* * *
Birdenbire kalbe gelen bir nükte-i i’caziyedirKur’an’a ait en cüz’î, en küçük bir nükte de kıymeti büyük olduğundan; işarat-ı Kur’aniyenin bu zamanımıza tevafuk eden küçük bir şuaı bugün Sure-i Ve-l’Asrı nükte-i i’caziyesi münasebetiyle, Sure-i Fil’den mana-yı işarî tabakasından tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi. Şöyle ki:
Sure-i اَلَمْ تَرَ كَيْفَ meşhur ve tarihî bir hâdise-i cüz’iyeyi beyan ile, gelen ve her asırda efradı bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden herbir tabakaya göre bir manayı ifade etmek, umum asırlarda umum nev’-i beşerle konuşan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın belâgatının muktezası olmasından, bu kudsî sure bu asrımıza da bakıyor, ders veriyor, fenaları tokatlıyor. Mana-yı işarî tabakasında, bu asrın en büyük hâdisesini haber vermekle beraber; dünyayı her cihetle dine tercih etmek ve dalalette gitmenin cezası olarak, cifir ve hesab-ı ebced ile üç cümlesi, aynı hâdisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.
Birinci cümlesi: Kâ’be-i Muazzama’ya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına Ebabil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ cümle-i kudsiyesi, bin üçyüz elli dokuz (1359) edip, dünyayı dine tercih eden ve nev’-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşlar yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.
İkinci cümlesi: اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِى تَضْلِيلٍ kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâ’be’nin nurunu söndürmek için, hileler ile hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalalette aks-ül amel ile aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hileler ile, desiseler ile, Edyan-ı Semaviye Kâ’besini, kıblegâhını dalalet hesabına tahribe çalışan cebbar, mağrur ehl-i dalaletin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihi فِى تَضْلِيلٍ kelime-i kudsiyesi bin üçyüz altmış (1360) makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
Üçüncüsü:اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفِيلِ cümle-i kudsiyesi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a hitaben: “Senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerreme’yi ve Kâ’be-i Muazzama’yı hârikulâde bir surette düşmanlardan kurtarmasını ve o düşmanları nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?” diye mana-yı sarihiyle ifade ettiği gibi, bu asra dahi hitab eden o cümle-i kudsiye mana-yı işarîsiyle der ki: “Senin dinin ve İslâmiyet’in ve Kur’anın ve ehl-i hak ve hakikatın cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaatı için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!” diye mana-yı işarîsiyle, bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üçyüzelli dokuz (1359) tarihiyle aynen âfât-ı semaviye nev’inde semavî tokatlarla İslâmiyet’e ihanet cezası olarak, diye mana-yı işarî ifade ediyor. Yalnız “Ashab-il Fil” yerinde “Ashab-id Dünya” gelir. “Fil” kalkar, “Dünya” gelir. (Haşiye)
---------------------------------------------------------------------------------
(Haşiye): Bu “Fil” lafzı kalkmasının sırrı: Eski zamanda dehşetli Fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler. Şimdi ise dünya servetine ve malına ve o servetle havada ve denizde filolar teşkil edip, o fil gibi filolarla nev’-i beşeri esaret altına almış ve Avrupa medeniyetçileri medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üçyüzelli milyon müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip istibdadına serfüru’ etmiş ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest gaddar zalimlere, zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye ve fakir ve masumlar ve mazlumlara, fâni mallarını ve hayatlarını âhiretlerine çevirmek ve kıymetdar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffaret-üz zünub etmeye kader-i İlahîye fetva verdiler. Şimdi yedi senedir dünyaperestlerin bu musibette vaziyetlerini ve safahatlarını ve harb-i umumî sahifelerini kat’iyyen bilemiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu sure-i kudsiyenin mana-yı işarî tabakasından gelen tokatlar, tamı tamına onların başlarına iniyorlar ve surenin bir mana-yı işarîsini tam tefsir ediyor.
Dinle
-