Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Birinci Şua,Sekizinci Şua,Sekizinci Lema | 39
(1-68)
        O benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü, ruhumun gıdası, letaifimin incilası, canımın canı… Ben onun herbir hakikatına bin can versem, inşâallah bir cana mukabil bâkide bin can alacağım. O benim kabirde enîsim, berzahta refikim ve mizanda a’malim, Sırat’ta Burak’ım, Cennet’te yoldaşım…
        Ben onun hakkında nasıl tarif edebilirim? Yirmisekizinci Mektub’da serdedilen وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى ❊ وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ fehvasınca ben de derim:
وَ مَا مَدَحْتُ رِسَالَةَ النُّورِ بِمَقَالَتِى ❊ وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِرِسَالَةِ النُّورِ
        Hem ne haddime düşmüş ki, o menşur-u Kur’an’dan bahsedeyim! Olsa, olabilse bu fakir, ondan istişfa اِسْتِشْفَاء ve istişfa’ اِسْتِشْفَاع ve istifaza edebilir. Şöyle ki:
        گَرْ نَه خَواهِى دَادْ نَه دَادِى خَواهْ kaidesince rıza-yı Bâri’nin kendisinden hoşnud ve razı olmasını isteriz. Ve onun nuruyla dünyada bütün âlem-i İslâmın nurlanmasını isteriz. Ve talebelerinin dünyada birer arslan ve âhirette birer sultan olmasını ve Liva-ül Hamd sancağının altında, önde Üstadımızla, bütün talebeleriyle varmak isteriz.
        Elhasıl: İstemesini bilmediğim için maddî ve manevî bütün rızk ve ihtiyaçlarımızın verilmesini, Üstadımın istemesini isteriz. Orada bulunan kardeşlerimizin, başta Üstadımız olarak, cümlesine ayrı ayrı selâmlarla sıhhat ve âfiyette berdevam olmasını isteriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Talebeniz
Halil İbrahim
        Risale-i Nur’un mühim erkânından bulunan ve bu ayn-ı hakikat olan mektubunu bizlere gönderen Halil İbrahim kardeşimizin sözlerini âciz lisanım söylemeğe ve âtıl kalemim yazmağa muktedir değilse de, her hususta bu mübarek kardeşimizin fikrine bütün ruh u canımla iştirak ediyorum. Hem kalbime bakıyordum; bu mektubu yazarken lisanıma tercüman olamayan kalbim de aynen bu medhe manen iştirak edip beraber o kardeşimle söyler gibi hissedip telezzüz ederdim. Eğer söyleyebilseydim, ben de böyle söylerdim.
Feyzi
* * *
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
        Aziz, sıddık kardeşlerim!
        Bu yeni hâdise-i taarruziyeden müteessir olmayınız. Çünki mükerrer tecrübelerle, Risalet-ün Nur inayet altındadır. Hiçbir taife, şimdiye kadar böyle ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meşakkat ile kurtulan olmamış.
        Hem geçen Ramazan’daki hastalığım ve Eskişehir’deki musibetimiz gibi çok vakıalarla zahirî sıkıntılı meşakkatli hâlât altında Risalet-ün Nur’un faidesine ait inkişafatı ve daha tesirli fütuhatı görülmüş. İnşâallah, bu sıkıntılı hâdise dahi, münafıkların aks-i maksuduyla, Risalet-ün Nur’un fütuhatı başka mecralarda teshile vesile olur.
        Beşinci Şua ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda bir hikmet var. Belki onlara kendi mesleklerini bildirmek ve Cehennem’e gidenin mahiyetini bilmek için, fevkalâde ve iktidarımız haricinde bir kaza-i İlahî, diye Cenab-ı Hakk’ın hikmetine ve inayetine ve hıfzına itimad edip, merak etmeyiniz.
        Hem siz, hem onlar bilsinler ki, sadaka belayı def’ettiği gibi; Risalet-ün Nur Anadolu’dan, hususan Isparta ve Kastamonu’dan âfât-ı semaviye ve arziyeyi def’ u ref’ine vesiledir. Evet Sabri’nin يَا اَرْضُ ابْلَعِى...وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ الخ âyetinden istihrac ettiği mana, haktır ve mutabıktır.
        Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına sebebdir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekserî musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risalet-ün Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i îman, bu Anadolu halkı Risalet-ün Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onlar da bizim bu derece âhiretimize karışmaları onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.
        İşte bu sekiz aydır, hususan bu heyecan veren bu hâdiselerle beraber; şimdi yanımda bulunan Feyzi, Emin ile ve bütün dostlar şahiddir ki, bu sekiz ay zarfında bir tek defa, ne Harb-i Umumî, ne de siyaseti sormamışım. Ve odamda işitilen radyoyu da, üç senedir dinlemedim. Halbuki ben, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebetim var. Demek bize ilişen, doğrudan doğruya imana tecavüz eder. Onları, Cenab-ı Hakk’a havale ediyoruz. Hem ehl-i siyasetle hiçbir münasebetimiz olmadığı halde, kat’î bilsinler ki; bu memlekette, bu asırda, bu milleti anarşilikten, tereddi ve tedenni-i mutlakdan kurtaracak yegâne çare, Risalet-ün Nur’un esasatıdır.
        Bu hâdisede sıkıntı çeken masumlar ve üstadları bilsinler ki; ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet ve bir saat hakikî tefekkür-ü imani, bir sene taat hükmüne geçtiği gibi, inşâallah onların sıkıntıları da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak edip teessür ile değil, ferah ve sürur ile karşılamalı. Fakat Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın iki kere سِرًّا بَيَانَةً ❊ سِرًّا تَنَوَّرَتْ demesine binaen, biz her vakit ihtiyatlı olmak ve tam sakınmak vaziyetini muhafaza etmeğe mükellefiz.
        Risale-i Nur’un mensubları, şuur ve ihtiyarları haricinde birbiriyle münasebetdar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduğuna bir delil de bugünlerde oldu. Şöyle ki:
        Oradaki hâdisenin vukuundan bugüne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri, ehemmiyetli bir hâdise yüzünden değişmiş gibi çekinmek ve münafıkların nazarını kendilerine ve bizlere celbetmemek için tevakkuf devresi geçti. Hem Nazif gibi birçok zâtın rü’yalarının tabirleriyle, sizin hâdiseniz olduğunu anladık.
        Umum kardeşlerimize birer birer hususan musibetzedelere selâm ve dua ediyoruz. Cenab-ı Hak onları çabuk kurtarıp (Haşiye) vazifelerinin başlarına geçirsin, âmîn.
Kardeşiniz
Said Nursî
-----------------------------------------------
(Haşiye): Bu dua hârika bir surette kabul oldu, pek çabuk kurtuldular.
Dinle
-