Enes demiş ki: “Bilmedim, taam kabını koyduğum vakit mi taam çoktu, yoksa kaldırdığım vakit mi çoktu farkedemedim.”
İkinci Misâl: Mihmandâr-ı Nebevî Ebû Eyyûb-il Ensârî hânesine teşrîf-i Nebevî hengâmında Ebû Eyyûb der ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve Ebû Bekir-i Sıddîk’a kâfi gelecek iki kişilik yemek yaptım. Ona ferman etti:
Otuz adam geldiler, yediler. Sonra ferman etti:
Altmış daha da’vet ettim; geldiler, yediler. Sonra ferman etti:
Yetmiş daha da’vet ettim; geldiler, yediler. Kablarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mu’cize karşısında İslâmiyete girip, bîat ettiler. O iki kişilik taamdan yüzseksen adam yediler.
Üçüncü Misâl: Hazret-i Ömer İbn-il Hattab ve Ebû Hüreyre ve Seleme İbn-il Ekvâ’ ve Ebû Amrat-el Ensârî gibi, müteaddid tarîklerle diyorlar ki: Bir gazvede ordu aç kaldı. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a müracaat ettiler. Ferman etti ki: “Heybelerinizde kalan bâkiye-i erzâkı toplayınız!” Herkes azar birer parça hurma getirdi. En çok getiren dört avuç getirebildi. Bir kilime koydular. Seleme der ki: “Mecmuunu ben tahmin ettim, oturmuş bir keçi kadar ancak vardı.” Sonra Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bereketle duâ edip, ferman etti: “Herkes kabını getirsin!” Koşuştular, geldiler. O ordu içinde hiçbir kab kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı. Sahâbeden bir râvi demiş: “O bereketin gidişatından anladım: Eğer ehl-i Arz gelseydi; onlara dahi kâfi gelecekti.”
Dördüncü Misâl: Başta Buhârî ve Müslim, Kütüb-ü Sahîha beyân ediyorlar ki: Abdurrahman İbn-i Ebî Bekir-i Sıddîk der: Biz yüz otuz sahâbe, bir seferde Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. Dört avuç mikdarı olan bir sâ’ ekmek için, hamur yapıldı. Bir keçi dahi kesildi, pişirildi; yalnız ciğer ve böbrekleri kebap yapıldı. Kasem ederim, o kebaptan yüz otuz Sahâbeden herbirisine bir parça kesti, verdi. Sonra Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, pişmiş eti iki kâseye koydu. Biz umumumuz tok oluncaya kadar yedik, fazla kaldı. Ben fazlasını deveye yükledim.