ON İKİNCİ SURET: Gel, şimdi döneceğiz. Şu Cemâatlerin reisleriyle ve zâbitleriyle görüşeceğiz ve teçhizâtlarına bakacağız ki; o teçhizât, yalnız o meydandaki kısa bir müddet içinde geçinmek için mi verilmiştir? Yahut başka yerde uzun bir saadet hayatı tahsîl etmek için mi verilmiştir? Görelim. Herkese ve her teçhizâta bakamayız. Fakat, nümûne için şu zâbitin cüzdan ve defterine bakacağız. Bu cüzdanda zâbitin rütbesi, maaşı, vazifesi, matlubatı, düstur-u harekâtı vardır. Bak, bu rütbe birkaç günlük için değil; pek uzun bir zaman için verilebilir.
“Şu maaşı hazine-i hassâdan filan tarihte alacaksın” yazılıdır. Halbuki o tarih, çok zaman sonra ve bu meydan kapandıktan sonra gelir. Şu vazife ise; şu muvakkat meydana göre değil, belki pâdişahın kurbünde daimî bir saadeti kazanmak için verilmiştir. Şu matlûbat ise, birkaç günlük bu misâfirhanede geçinmek için olamaz. Belki uzun ve mes’udâne bir hayat için olabilir. Şu düstur ise, bütün bütün açığa verir ki; cüzdan sahibi başka yere namzettir, başka âleme çalışır. Bak şu defterlerde, âletler techizâtının sûret-i istimâli ve mes’uliyetler vardır. Halbuki, eğer yalnız bu meydandan başka âlî, daimî bir yer bulunmazsa; şu muhkem defter, o kat’î cüzdan, bütün bütün mânâsız olur. Hem şu muhterem zâbit ve mükerrem kumandan ve muazzez reis; bütün ahaliden aşağı, herkesten daha bedbaht, daha bîçare, daha zelil, daha musibetli, daha fakir, daha zayıf bir derekeye düşer. İşte buna kıyas et. Hangi şey’e dikkat etsen şehadet eder ki: Bu fâniden sonra bir bâki var...
Ey arkadaş! Demek, bu muvakkat memleket bir tarla hükmündedir. Bir tâlimgâhtır, bir pazardır. Elbette arkasında bir Mahkeme-i Kübrâ, bir saadet-i uzmâ gelecektir. Eğer bunu inkâr etsen; bütün zâbitlerdeki cüzdanları, defterleri, techizâtları, düsturları belki şu memleketteki bütün intizâmâtı, hattâ hükûmeti inkâr etmeğe mecbur olursun ve bütün vâki olan icraatın vücûdunu tekzib etmek lâzımgelir. O vakit sana, insân ve zîşuur denilmez. Sofestâîlerden daha akılsız olursun.
Sakın zannetme; tebdil-i memleket delilleri bu “Oniki Sûret”e münhasırdır. Belki had ve hesaba gelmez emâreler, deliller var ki: Şu kararsız mütegayyir memleket; zevalsiz, müstekar bir memlekete tahvîl edilecektir. Hem had ve hesaba gelmez işâretler, alâmetler var ki: Bu ahali, şu muvakkat misafirhanelerden alınacak, saltanatın makarr-ı daimîsine gönderilecek.
Bâhusus, gel sana “Oniki Sûret” kuvvetinden daha kuvvetli bir bürhân daha göstereceğim.