Zülfikar Risalesi | Zülfikârın ikinci makamı | 52
(1-72)

Acaba birtek âyetin birtek işareti, gözümüz önünde ulûm-u İslâmiyyede müteaddit ilmî, kevnî hakîkatları meyve veren bir kitabın binler böyle şehadetleri ve dâvaları ile, Güneş gibi zuhur eden îmân-ı haşrî; hakîkatsız olması Güneşin inkârı belki kâinatın ademi gibi hiçbir cihet-i imkânı var mı ve yüz derece muhal ve bâtıl olmaz mı? Acaba, bir Sultanın birtek işareti yalan olmamak için bazan bir ordu hareket edip çarpıştığı halde, o pek ciddî ve izzetli sultanın binler sözleri ve va’dleri ve tehdidlerini yalan çıkarmak hiçbir cihette kabil midir ve hakîkatsız olmak mümkün müdür? Acaba on üç asırda fâsılasız olarak hadsiz ruhlara, akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakîkat dairesinde hükmeden, terbiye eden, idare eden bu mânevî Sultan-ı Zîşan’ın birtek işareti böyle bir hakîkatı isbat etmeye kâfi iken, binler tasrihat ile bu hakîkat-ı haşriyyeyi gösterip isbat ettikten sonra, o hakîkatı tanımayan bir echel ahmak için Cehennem azabı lâzım gelmez mi ve ayn-ı adâlet olmaz mı? Hem, birer zamânâ ve birer devre hükmeden bütün semâvî suhufları ve mukaddes kitablar dahi, bütün istikbale ve umum zamanlara hükümran olan Kur’anın tafsilâtla, izahatla tekrar ile beyân ve isbat ettiği hakîkat-ı haşriyyeyi, asırlarına ve zamanlarına göre o hakîkatı kat’î kabûl ile beraber, tafsilâtsız ve perdeli ve muhtasar bir sûrette beyân, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve isbatları; Kur’anın dâvasını binler imza ile tasdik ederler.

Bu bahsin münasebetiyle Risâle-i Münâcâtın âhirinde

rüknüne , sâir rükünlerin husûsan “Rusül” ve “Kütüb”ün şehadetini, münâcât sûretinde zikredilen pek kuvvetli ve hülâsalı ve bütün evhamları izale eden bir hüccet-i haşriyye aynen buraya giriyor. Şöyle ki; Münâcâtta demiş:

Ey Rabb-i Rahîmim! Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve Kur’an-ı Hakîmin dersiyle anladım ki: Başta Kur’an ve Resul-i Ekremin olarak, bütün mukaddes kitaplar ve peygamberler, bu dünyada ve her tarafta nümûneleri görülen celâlli ve cemâlli isimlerinin tecellileri daha parlak bir sûrette Ebedül-âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde Rahîmâne cilveleri, nümûneleri müşahede edilen ihsânatının daha şa’şaalı bir tarzda Dar-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına icmâ ve ittifak ile şehadet ve delâlet ve işaret ederler.

Ses Yok