Zülfikar Risalesi | Yirmibeşinci Söz | 14
(1-86)

Evet Kur’an Güneş’ten Güneş için bahsetmiyor. Belki, onu ışıklandıran Zât için bahsediyor. Hem, Güneş’in insâna lüzumsuz olan mâhiyetinden bahsetmiyor. Belki, Güneş’in vazifesinden bahsediyor ki, San’at-ı Rabbâniyyenin intizâmına bir zenberek ve hilkat-i Rabbâniyyenin nizâmına bir merkez, hem Nakkaş-ı Ezelî’nin gece gündüz ipleriyle dokuduğu eşyadaki san’at-ı Rabbâniyyenin insicamına bir mekik vazifesini yapıyor. Daha sâir kelimât-ı Kur’aniyyeyi bunlara kıyas edebilirsin. Âdeta basit, me’luf birer kelime iken, lâtif mânâların definelerine birer anahtar vazifesini görüyor.

İşte ekseriyetle üslûb-u Kur’anın geçen tarzlarda ulvî ve parlak olduğundandır ki, bâzan bir bedevî arab birtek kelâma meftun olur.

Müslüman olmadan secdeye giderdi. Bir bedevî kelâmını işittiği anda secdeye gitti. Ona dediler: “Müslüman mı oldun?” “Yok dedi, ben şu kelâmın belâgatına secde ediyorum.”

Dördüncü Nokta: Lafzındaki fesâhât-ı hârikasıdır. Evet Kur’an mânen üslûb-u beyân cihetiyle fevkalâde belîğ olduğu gibi, lâfzında gayet selis bir fesahati vardır. Fesahatin kat’î vücûduna, usandırmaması delildir ve fesahatin hikmetine, fenn-i beyân ve maânînin dâhî ulemâsının şehadetleri bir bürhân-ı bâhirdir. Evet, binler defa tekrar edilse usandırmıyor, belki lezzet veriyor. Küçük basit bir çocuğun hâfızasına ağır gelmiyor, hıfzedebilir. En hastalıklı, az bir sözden müteezzî olan bir kulağa nâhoş gelmiyor, hoş geliyor. Sekeratta olanın damağına şerbet gibi oluyor. Zemzeme-i Kur’an onun kulağında ve dimağında, aynen ağzında ve damağında mâ-i zemzem gibi leziz geliyor. Usandırmamasının sırr-ı hikmeti şudur ki: Kur’an, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâdır ve rûha mâ ve ziyâ ve nüfusa devâ ve şifâ olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi her gün yesek, usandıracak. Demek Kur’an, hak ve hakîkat ve sıdk ve hidâyet ve hârika bir fesahat olduğundandır ki, usandırmıyor, daima gençliğini muhafaza ettiği gibi tarâvetini, halâvetini de muhafaza ediyor. Hattâ Kureyş’in rüesasından müdakkik bir belîğ, müşrikler tarafından, Kur’anı dinlemek için gitmiş. Dinlemiş, dönmüş, demiş ki: “Şu kelâmın öyle bir halâveti ve tarâveti var ki, kelâm-ı beşere benzemez. Ben şâirleri, kâhinleri biliyorum. Bu onların hiç sözlerine benzemez. Olsa olsa etbaımızı kandırmak için sihir demeliyiz.” İşte Kur’an-ı Hakîm’in en muannid düşmanları bile fesahatinden hayran oluyorlar.

Ses Yok