İşte meclis-i Nebevîde küçük bir Cemâatin cüz’î bir hâdise ünvanıyla, milel-i insânîye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehud’un tâ kıyamete kadar lisan-ı halleri, mevti iste-meyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.
Meselâ:
Şu ünvanla o milletin mukadderat-ı istikbaliyyesini umumî bir sûrette ifade eder. İşte şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderic olan şöyle müdhiş desatir içindir ki, Kur’an onlara karşı pek şiddetli davranıyor. Dehşetli sille-i tedib vuruyor. İşte şu misâllerden kıssa-i Mûsa Aleyhisselâm ve Benî-İsrail’in sâir cüz’lerini ve sâir kıssalarını bu kıssaya kıyas et. Şimdi şu Dördüncü Işıktaki i’câzî lem’a-i îcaz gibi Kur’anın basit kelimâtlarının ve cüz’î mebhaslerinin arkalarında pekçok lemaât-ı i’câziyye vardır. Arife işaret yeter.
Beşinci Işık: Kur’anın makasıd ve mesâil, maânî ve esalib ve letâif ve mehâsin cihetiyle câmiiyyet-i hârikasıdır. Evet Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın sûrelerine ve âyetlerine ve husûsan sûrelerin fatihalarına, âyetlerin mebde’ ve makta’larına dikkat edilse görünüyor ki: Belâgatların bütün enva’ını, fezâil-i kelâmiyyenin bütün aksamını, ulvî üslûbların bütün esnafını, mehâsin-i ahlâkıyyenin bütün efradını, ulûm-u kevniyyenin bütün fezlekelerini, maarif-i İlâhiyyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiyye ve içtimaiyye-i beşeriyyenin bütün nâfi düsturlarını ve hikmet-i âliyye-i kâinatın bütün nuranî kanunlarını cem’etmekle beraber hiçbir müşevveşiyet eseri görünmüyor. Elhak, o kadar ecnas-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir münakaşa, bir karışık çıkmamak, kahhar bir nizâm-ı i’câzînin işi olabilir. Elhak, bütün bu câmiiyyet içinde şu intizâm ile beraber geçmiş Yirmidört adet Sözlerde izah ve isbat edildiği gibi; cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyat perdelerini keskin beyânâtıyla yırtmak, âdet perdeleri altında gizli olan hârikulâdeleri çıkarıp göstermek ve dalaletin menbaı olan tabiat tâgûtunu, bürhânın elmas kılıncıyla parçalamak ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını ra’d-misâl sayhalarıyla dağıtmak ve felsefe-i beşeriyyeyi ve hikmet-i insânîyyeyi âciz bırakan kâinatın tılsım-ı muğlakını ve hilkat-i âlemin muamma-yı acibesini feth ve keşfetmek, elbette hakîkat-bîn ve gayb-aşina ve hidâyet-bahş ve hak-nümâ olan Kur’an gibi bir mu’cizekârın hârikulâde işleridir. Evet, Kur’anın âyetlerine insaf ile dikkat edilse görünüyor ki: Sâir kitablar gibi bir-iki maksadı tâkib eden tedricî bir fikrin silsilesine benzemiyor. Belki, def’î ve ânî bir tavrı var ve ilka olunuyor bir gidişatı var ve beraber gelen herbir tâifesi müstakil olarak uzak bir yerden ve gayet ciddî ve ehemmiyetli bir muhaberenin tek tek, kısa kısa bir sûrette geldiğinin nişanı var.