İkinci derecede: Onikinci Söz’de isbat edildiği gibi, bir kısım düsturlarını hülâsa etmektir. İşte, medeniyyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiyye-i beşeriyyede nokta-i istinadı “Kuvvet” kabûl eder. Hedefi “Menfaat” bilir. Düstur-u hayatı “Cidal” tanır. Cemâatlerin rabıtasını “Unsuriyyet ve menfî milliyet” bilir. Gayesi, hevesât-ı nefsaniyyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyyeyi tezyid etmek için bâzı “Lehviyyat”tır. Halbuki: Kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi sûrî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır.
Amma hikmet-i Kur’aniyye ise nokta-i istinadı, kuvvet yerine “Hakk”ı kabûl eder. Gayede, menfaat yerine “Fazilet ve Rıza-yı İlâhî”yi kabûl eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine “Düstur-u teavünü” esas tutar. Cemâatlerin rabıtalarında, unsuriyyet ve milliyet yerine “Rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabûl eder. Gayâtı, “Hevesât-ı nefsaniyyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyyesini tatmin etmektir ve insânı kemâlât-ı insânîyyeye sevkedip insân etmektir.” Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Faziletin şe’ni, tesânüddür. Teavünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir. İşte medeniyyet-i hâzıra, edyan-ı sâbıka-i semâviyyeden, bâhusus Kur’anın irşadatından aldığı mehâsinle beraber, Kur’ana karşı böyle hakîkat nazarında mağlub düşmüştür.
Üçüncü derece: Binler mesâilinden yalnız nümûne olarak üç-dört mes’eleyi göstereceğiz. Evet Kur’anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir. Meselâ: Medeniyetin bütün cem’iyyat-ı hayriyyeleri ile, bütün cebbarane şedid inzibat ve nizâmatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur’an-ı Hakîm’in iki mes’elesine karşı muâraza edemeyip mağlub düşmüşlerdir. Meselâ:
Kur’anın bu galebe-i i’câzkâranesini bir mukaddeme ile beyân edeceğiz. Şöyle ki: