Âdeta onlar, uzak dağların altında lağım yapıp, borularla tâ âlemin nihayetine kadar silsile-i esbab ile gidip orada silsileyi keser. Sonra âb-ı hayat hükmünde olan mârifet-i İlâhiyyeyi ve vücûd-u Vâcib-ül Vücûd’u isbat ederler. Âyet-i kerime ise, herbirisi birer Asâ-yı Mûsa gibi her yerde suyu çıkarabilir, herşeyden bir pencere açar, Sâni’-i Zülcelâli tanıttırır. Kur’anın bahrinden tereşşuh eden Arabî “Katre” risalesinde ve sâir Sözlerde şu hakîkat fiilen isbat edilmiş ve göstermişiz. İşte hem şu sırdandır ki: Bâtın-ı umûra gidip, Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmeyerek, meşhudatına itimad ederek yarı yoldan dönen ve bir cemâatin riyâsetine geçip bir fırka teşkil eden fırak-ı dâllenin bütün imamları hakaikın tenâsübünü, müvazenesini muhafaza edemediğindendir ki, böyle bid’aya, dalalete düşüp bir cemâat-ı beşeriyyeyi yanlış yola sevketmişler. İşte bunların bütün aczleri, âyât-ı Kur’aniyyenin i’câzını gösterir.