İşte beşerin nâzik san’atlarından olan celb-i sûret ve savtların çok ilerisindeki nihayet hududunu şu âyet, remzen gösteriyor ve teşviki işmam ediyor.
Hem meselâ: Yine Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervâh-ı habîseyi teshîr edip, şerlerini men ve umûr-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler:
ilâ âhir...
ilâ âhir... âyetiyle diyor ki: Yerin, insândan sonra, zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insâna hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenâb-ı Hakk’ın evâmirine musahhar olan bir abdine, onları musahhar etmiştir. Cenâb-ı Hak mânen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: “Ey insân! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime musahhar olsan, çok mevcûdât, hattâ cin ve şeytan dahi sana musahhar olabilirler.”
İşte beşerin, san’at ve fennin imtizâcından süzülen, maddî ve ma’nevî fevkalâde hassasiyetinden tezâhür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli sûretlerini tâyin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bâzan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervâh-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur’aniyye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.
Hem temessül-ü ervâha işaret eden Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın ifritleri celb ve teshirine dair âyetler, hem
misillü bâzı âyetler, ruhânîlerin temessülüne işaret etmekle beraber celb-i ervâha dahi işaret ediyorlar. Fakat işaret olunan celb-i ervâh-ı tayyibe ise, medenîlerin yaptığı gibi; hezeliyat sûretinde bâzı oyuncaklara o pek ciddî ve ciddî bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerine ve oyuncaklara celbetmek değil, belki ciddî olarak ve ciddî bir maksad için Muhyiddin-i Arabî gibi zâtlar ki, istediği vakit ervâh ile görüşen bir kısım ehl-i velâyet misillü onlara müncelib olup münasebet peyda etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece takarrüb etmekle ruhâniyetlerinden ma’nevî istifâde etmektir ki, âyetler ona işaret eder ve işaret içinde bir teşvîki ihsas ediyorlar ve bu nevi san’at ve fünûn-u hafîyenin en ileri hudûdunu çiziyor ve en güzel sûretini gösteriyorlar...