Yedi cephede çarpışan
MUSTAFA YALÇIN
1895'de Bolu'nun Yığılca kasabasında doğdu. Birinci Cihan Harbinde muhtelif cephelerde bulundu. Bediüzzaman'ı harp çephesinde ve Sibirya esaretinde tanıdı.
Yığılcalı Mustafa Yalçın'ı nasıl bulduk?
Düzceli dostların temin ettikleri bir arabayla Yığılca otobüsünün peşine takılmıştık.
Yığılca'da kendimizi, gönülden dost ve kardeş Dilaver Kanber'in sıcak alâkasına bırakmıştık.
Yığılca'nın en uzak bir köyü olan Homrus'a gidecektik. Bir saat kadar arabayla gittikten sonra, iki saat kadar da yaya gidecektik.
Yeşilin en güzel renkleriyle çevrili yollar, gürül gürül akan çoşkun sular, tabiatın insan ruhunu okşayan, kalbinin sesini duyuran manzarasını seyderek, Yoğun Pelit köyüne ulaşmıştık.
Kısa süren molada, köylülerle, hasseten ihtiyarlarla sohbet esnasında, aradığımız, ziyaretine gitmek için yollara düştüğümüz zatın az önce bir kamyonla Yığılca istikametine gittiğini öğrenmiştik.
Bu defa yarı yoldan tekrar Yığılca'ya dönmüştük. Aradığımız "Gök Göz" lâkaplı "Recep oğlu Mustafa"yı veya "Mustafa Yalçın"ı Yığılca kahvehanesinde çayını yudumlarken bulmuştuk.
Ak sakallı, ak yüzlü, seksen dört yaşındaki, cepheden cepheye koşmuş gazi dedeyi, Dilaver Kanber Beyin evinde dinlemeye başlamış, notlarımızı tutuyorduk.
Kafkasya'dan Galiçya'ya, oradan da Sibirya'ya kadar uzanan bir uzun hatta on senesi geçmişti. Bu on seneyi birkaç sayfaya sığıştırmaya çalışıyorduk.
Başımızda Molla Said vardı
Mustafa Yalçın Efendi safi haliyle anlatıyor, biz de dinleyerek yazmaya çalışıyorduk:
"İsmim Mustafa Yalçın, l3ll (l895) doğumluyum, Seferberlikte asker oldum. Askere giderken evliydim. Bir kız çocuğumu beşikte bırakarak vatan müdafaasına koştuk.
"İlk defa bizi 9. Depo Alayının bulunduğu Adapazarı'na götürdüler. Orada talim, terbiye gördük.
"O zamanlar Çanakkale'de muharebeler devam ediyordu. Top sesleri Ada'dan (Adapazarı) işitiliyordu.
"Çok sıkı ve acele bir talim gördük. Bizi hemen Çanakkale l9. Kolordu l57. Alaya verdiler. Bizim dehaletimizden 20 gün sonra savaş sukût etti. İngilizlerin 'yarım dünya' dedikleri gemisini batırdık. Bizi Çanakkale'den apar topar alarak, Doğu Cephesine götürdüler. Kars'ta 8. Fırka'da idik. Başımızda Molla Said vardı. Ruslar ve Ermeni çeteleri durmadan saldırıyorlardı.
Molla Said bize dersler verirdi
"Molla Said bize o zaman 'Tıfılya' dediğimiz dersler veriyordu. Bu dersler geceleri hep devam ediyordu. Hasankale'de Molla Said'le birlikte Ruslara karşı amansızca savaştık. Hoca'nın başında önce sarık vardı. Ama savaş sırasında 'keçe kalpak' dediğimiz başlığı giyiyordu.
"Ben o sırada Hasankale'de yaralanıp, geri geldim. O zaman kalçamdan (işte yarası hâlâ açık) şu şarapnel yarasını aldım. Orada erkekliğimi kaybettim. Ben çoktan ölürdüm, ama Molla Said yanındaki dört arkadaşa birer dua yazıp vermişti. Onu boyunlarımıza astık. Bize hiç kurşun değmedi. O zaman bir Müslümana yüz gâvur ateş ediyordu. Sonunda yaralandım, beni geri aldılar. Molla Said savaşa devam ediyordu. Beni Konya'da tedavi ettiler. Ondan sonra batıya, Avusturya, Karpatlara, Galiçya cephesine götürdüler.
At üstünde kitap yazıyordu
"Molla Said Efendi kahraman bir insandı.
"O, atın üzerinde cephede, önde hücum ederdi. İyi silâh kullanırdı. Sipere girmezdi.
"Bir ara Doğu Cephesinde bazı birliklerin dağılmak üzere olduğu haberi Molla Said'e söylendi. Molla Said ihtilafları hemen kaldırdı. Dağılmamayı sağladı. Çok güzel anlatıp, sanki insanları büyülü "Sonra o cehennemi savaş içinde at üzerinde kitap yazıyordu. Yazdıklarını talebeleri, gençler de yazıyorlardı. Çok iyi ata biniyordu. Ruslara taş çıkartıyorlardı. Bize, "Hiç korkmayın Müslümanın imanı her güçten daha kuvvetlidir" diyordu. Bize her gece yazdığı kitaplardan okuyordu. Ben cahil olduğum için pek bir şey anlamıyordum. Ama Molla Said'i görünce cesaretim had safhaya çıkıyordu. Heybetli bir insandı. Bize karşı da çok müşvik davranıyordu.
Sibirya'da Molla Said'le karşılaşıyoruz.
"Sonra biz Avusturya cephesinde Ruslara karşı savaşa girdik. Sol cenahta Avusturya, sağ cenahta Almanlar vardı. Avusturyalılar, Ruslara teslim olunca bize oyun ettilen. Sol cenah boşalınca biz esir düştük. Tam 30 bin kişi idik. Bizi hep esir aldılar. Sonra trenlere bindirip 42 gün tren yolculuğundan sonra Sibirya'ya götürdüler. Yolda bize çok eziyet ettiler. Yaralılara bakmadılar. Her istasyonda bizi indirip, eziyet ediyorlardı. Bir parça ekmeği havaya atıp, bizi saldırtıyorladı. Sonra resimlerimizi çekiyorlardı. Sibirya'ya bizi dağıttılar. Gruplar halinde kamplarda kalıyorduk. Tarih falan bilemem. Ben cahilim. Onun için hâdiseleri sıraya koyamıyorum. İşte biz oraya varınca bir Doğu Cephesinden esirler gelmiş, dediler. Kampta merakla hep dışarı toplandık. Çok esir vardı. Ama karşıdan iki kişiyi getiriyorlardı. Onları iyi kolluyorlardı. Bir de baktım Molla Said ve yanında İznikli Osman dediğimiz bir talebesi vardı. Sandık gibi bir şey taşıyordu. Onun içinde Üstad'ın kitapları vardı. Osman'dan başkasını yanına sokmuyorlardı. Osman, Onun hizmetine bakıyordu. Kendisi yaralı idi. Bacağı yaralanmıştı. Orada tedavi ettiler. Onu da bir koğuşa yerleştirdiler.
Sibirya'da iken, "ileride buralar da Müslüman olacak" diyordu
"Havalar çok soğuktu. Orada gece-gündüz belli olmuyordu. Güneş batmazdı. Orada da geceleri Molla Said Efendi boş durmuyor, yasak olmasına rağmen gece başka kamplara gidip gidap okuyordu. Gündüzleri namazları bize kendisi kıldırıyordu. Önce müdahale edip, kıldırmadılar. Sonra Üstad onlara birşeyler söyledi, biraz serbest bıraktılar. Kalabalık olarak bir araya getirmemeye çalışıyorlardı. Orada biz Ona 'Diyanet Reisi' diyordu. O Rus nöbetçilerine bile din anlatıyordu. Dinleyen nöbetçilere zabitleri baskı yapıyorlardı. Molla Said Efendi, bize hep moral veriyor, 'Üzülmeyin, kurtulacağız' diyordu. Ben Üstad'ın Sibirya'da geceleri uyuduğunu bilmiyorum. Hep okuyordu. Bir şeyler not ediyordu. Ve bize: 'Gelecek zamanda buralar da Müslüman olur; ama şimdi anlamıyorlar' diyordu. Biz de kendisi başımızda olunca hiç korkup üzülmüyorduk.
Sibirya'dan kaçıyoruz
"Bir gece yarısı idi. Üstad bizim bulunduğumuz 15-20 kişilik bir bölmeye geldi. Bize ders yapıyordu. O arada koşarak biri geldi. Bu Konyalı Tahir dediğimiz arkadaşımdı. 'Bu gece kaçalım' dedi. On yedi kişi toplanıp karar verdik. Üstad bize katılmadı. O gece onu son görüşüm oldu. Bizim için dua etti. Rus nöbetçisini boğduk. Tel örgüden sürünerek geçtik. O gece hayli yol aldık. İçimizde yol bulan zabitlerimiz vardı. Bunlardan hatırladıklarım, beş zabit vardı: Binbaşı Ethem Bey, pusula tayini işlerine baktı. Yıldızlardan ağaç yosununa kadar herşeyden o yön buluyordu. Akıllıydı. Molla Said'den eğitim görmüştü. Bir de Kâmil Bey diye bir binbaşı vardı. Hatırlıyorum. Doğudan batıya doğru Petersburg , Doğu Almanya, Romanya ve sonunda İstanbul'a geldik. Bizi yarı yolda yakalayıp, sorguya çektiler. 'Savaşta buralarda kaldık. Bir daha çıkamadık. Biz işçiyiz' dedik. Onlarla hep Kâmil Bey ile Ethem Bey konuşurdu. Dillerinden anlıyorlardı. Bu8lar esirlerden değil, 'vorni'dir deyip bizi saldılar. Vorni: İşçi demektir. Kâmil Bey Doğuda Pasinler'de çarpışırken benim bölük komutanım idi.
"Rusya'dan dönüşümden sonra dinlenmeden Kurtuluş Savaşına girdim. Orada da kolumun yarısını kaybettim. Ben 14 sene hiç asker çantasını omuzumdan indirmedim. Yemen, Çanakkale, Ruslarla Doğuda, Batıda Galiçya'da, Kurtuluş Savaşında tam 7 cephede bulundum.
"Bu vatanı nasıl severdi?"
"10 yıl öncesine kadar yine dinçtim. Hareketliydim. 10 yıl önce Molla Said'in Kars cephesinde bana yazıp verdiği duayı boynumdan düşürüp, kaybedince bana birden ihtiyarlık çöküverdi. Ah! O tatlı dilli Molla Hocamın yüzünü bir kere daha görmeye canımı veririm. Bu vatanı nasıl severdi. Hatta Ona Ruslar şaşar kalırlardı.
Molla Said, Nikola'ya ihtiram etmemişti
Biz Batıdan esir olup Sibirya'ya gittik. Molla Said, Doğudan esir olmuştu. Bir koca gâvur vardı: Nikola diyorlardı. Ben onu Petersburg'da (Leningrat) görmüştüm. Zalim biriydi. Molla Said ona ihtiram etmemiş. Onu çok kızdırmış. Hatta astıracakmış. Sonra Üstadı dindarlığından
astırmamış. Rus zabitleri, Üstad'a ayrı bir gözle bakarlardı. 'Bu madam Nikola'ya
meydan okumuş, acaip bir adam' diyorlardı. Ben sonra Molla Said'in kaçtığını duydum;
ama bulup göremedim.
"Hep iman lazım, diyordu"
"Şimdi, 'Molla Said gelmiş, savaşa seni çağırıyorlar' deseler koşarak giderim. Molla Said ile savaşmak bir orduya iferman okumak demektir. O korkusuz bir adamdı. Gecesi-gündüzü İslâm işleri ile uğraşmaktı. 'Hep iman lâzım' diyordu. 'İman herşeye bedel' diyordu. Ondan ötürü de Ermeniler ve Ruslar ondan bezmişlerdi. Kerâmetli bir adamdı. Yoksa bir kurşun yer ölürdü. Top gülleleri arasında at koşturup, kitap yazmak kimin aklına gelir? 'Bu kitap çok önemlidir' diyordu."