Son Şahitler | Van - Savaş - Esaret Şâhitleri | 33
(1-48)

MÜKÜSLÜ HAMZA EFENDİ

 

Müküs,-yeni ismiyle Bahçesaray-Van vilâyetinin yakınlarında, çok yüksek dağlar arasında küçük bir kazadır. Dicle nehri bu küçük kazadaki bir mağaradan gümbürtüler çıkartarak çıkmaktadır. l969 sonbaharında bir dostla birlikte Dicle'nin menbaındaki buz gibi sularında yıkanışımızı unutamam.

İşte bahsini edeceğim Hamza Efendi Müküslüdür; aynı zamanda Türkoloji mezuniyet tezini yaptığım merhum hocam Ali Nihad Tarlan'ın eniştesidir. Tez çalışmalarım sırasında sık sık evine uğradığımda hocam bir defasında bana eniştesi Müküslü Hamza ile alâkalı olarak şunları anlatmıştı:

(N.Şahiner)

 

Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan'ın anlattıkları

"l920 yıllarında İşaratü'l-İ'caz tefsirinin kâtibi, muhatabı ve talebesi Müküslü Hamza ile Darü'l-Fünun lisan fakültesine devam ediyorduk. Kendileriyle çok yakın ve samimî arkadaştık, birbirimizi çok severdik. Talebeliğimiz hep birlikte geçmişti. Benden iki-üç yaş kadar büyüktü. O Farsça kısmını, ben Fransızca ile Farsçayı bitirdim. Hamza sonradan büyük ablamla evlendi, haliyle eniştem olmuştu. Daha sonra ise Medresütü'l-Vâizîn'i bitirdi. İmam olarak orduya intisap etti.

"l960'da altmış beş yaşlarındayken vefat eden eniştemiz, Sureye'nin hududumuza çok yakın olan El-haseke beldesinde, bizde lise müdürü denen müdür-ü techizdi."

l978'deki Hicaz yolculuğum esnasında merhum Tarlan Hocamla konuşmuş, eniştesinin çocuklarını ve adresini sorduğumda çok dertlenip üzülmüş, evlâtlarının olmadığını söylemiş, bütün mallarının da Suriye hükûmetine kaldığını ah çekerek anlatmıştı.

Tarlan Hocamın ablası Adalet Hanımla evlenen Hamza Efendinin Menije isminde bir kızları olmuştu. Meniji ismindeki bu kızcağız menenjit hastalığına tutularak yirmi yaşlarında vefat etmişti. Kaderin acı bir tecellîsi, ismine benzeyen hastalığın kurbanı olmuştu.

 

İşarâtü'l-İcaz'ın yazılışı ve basılışı

Müküslü Hamza'nın Abdülmecid Ünlükul ile de çok yakın ahbaplığı ve arkadaşlığı vardı. Eski Van valisi Tahir Paşanın oğlu ve yine babası gibi Van valiliğinde bulunan Cevdet Beyin Diyarbakır'daki evinde İşarâtü'l-İ'caz tefsirini yazarlarken mürekkep dökülüp kıvrılmış, bir yılanın kuyruğu şeklini almıştı. Tam bu esnada takvim yaprakları l9 Şubat l9l4 tarihini gösteriyordu. Aynı günde eserin müellifi, Ruslarla aylarca devam eden çarpışmalardan sonra, Bitlis deresinde, karlar içinde yaralı ve kırılmış ayağıyla müstevlî Ruslara esir düşmüştü.

Bu kanlı ve şanlı günlerde İşaratü'l-İ'caz Müellifinin sevgili talebesi Habib, Harbiye Nâzırı Enver Paşanın amcası Halil Paşayla Şark Cephesinde, İran taraflarında bir haberleşme vazifesini yaptıktan sonra, eski ismiyle Vastan, yeni ismiyle Gevaş'ta şehit düşmüştü.

Ablası Dürriye Hanımın evlâdı ve talebesi Ubeyd de, yalçın Bitlis kalesinin dibinde, sırtındaki yep yeni elbiseler içinde Rus kurşunları altında şehit olmuştu.

Diyarbakır'da İngilizlerin Malta sürgünlerinden Cevdet Beyin evinde, Kur'ân tefsiri İşaratü'l-İ'caz temize çekilirken dökülen mürekkebin meydana getirdiği garip esaret şekliyle alâkalı olarak, Müküslü Hamza eserin dipnotunda şunları yazmakkadır:

"Bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın, kuyruğunu müellife sarmış olduğuna ve müelliifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor."

 

İlk "Tarihçe"

Müküslü Hamza, İşaratü'l-İ'caz Müellifinin ilk defa hayatını yazan bir zattı. Rus esaretinden dönüşünde neşredilen İşaratü'l-İ'caz'ın takdimi yedi sayfalık bir hayat hikâyesiyle başlıyordu. l9l8'de Harbiye Nâzırı Enver Paşanın kâğıt parasını verdiği Kur'ân tefsiri İşaratü'l-İ'caz'ın önsözünde, "Uzun bir zaman refakatinde ve dersinde bulunan Hamza Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Tercüme-i halinden bir hülâsadır" şeklinde takdim edilen bu kısa biyografi "müşarünileyhin talebesinden ve Medresetü'l-Vâizîn mezunlarından Hamza" imzasıyla sona ermektedir.

 

Üstadın kurtardığı talebesi

İşaratü'l-İ'caz Müellifi, eski bir talebesi olan Müküslü Hamza'yı telmih ederek, Birinci Mecliste şöyle bir konuşma yapmıştı:

"Eskiden Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden [din ilimlerinden] aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: 'Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır. Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedîde okumuş. Sonra ben-dört sene sonra-esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki:

"Ben şimdi, râfızî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.'

"Ben de,

"Eyvah!' dedim, ' ne kadar bozulmuşsun?' Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatlı hamiyete çevirdim."

Müellif, talebesinin ilk vaziyetinin vatana ve Türk Milletine ne kadar lüzumlu ve faydalı olduğunu meb'uslara anlatarak, dinî tahsile gereken ehemmiyetin verilmesini istemişti. Mebuslar ise doğuda üniversite açılmasını ve din tahsiline önem verilmesini kabul etmişlerdi.

l927 yılında Hamza'nın ismi bazı hâdiselere karıştı, İstanbul'da kısa bir müddet mevkuf kaldı. l929'da ise Suriye'nin El-Haseke şehrine gitti. l93l'de merhum Tarlan Hocamın ablası Adalet Hanımı yanına aldı. Burada müdür-ü teçhiz iken Ahmed Hani'nin Mem u Zin kitabını neşretti. l960'da kendisi, daha sonra da hanımı Adalet Hanım Hakkın rahmetine kavuştu.

 

"Molla Hamza Nur'ları arıyor"

İşarütü'l-İ'caz'da imzası ve notları bulunan ve bu eserin basılmasında çalışan Molla Hamza ile alâkalı olarak Emirdağ mektuplarında şunları okumaktayız:

"Hem on beş seneden beri şehit olmuş işittiğim ve daima Ubeyd gibi şehit talebelerim içinde ona dua ettiğim, hem İşaratü'l-İ'caz'ı, hem 'Onuncu Söz'ü tab eden Molla Hamza hayatta, Irak'ta olduğunu ve Nur'ları aradığını..."

Ses Yok