Son Şahitler | Van - Savaş - Esaret Şâhitleri | 38
(1-48)

H.MÜNİR BAKAN

 

l892'de Erzurum'un pasinler kazasının Koruçuk köyünde doğdu. Bediüzzaman'ın Van'dan alınıp, Batı Anadolu'ya sürgün olarak gönderildiği zamanla alâkalı hatıraları bulunmaktadır.

 

Üstadın Batı Anadoluya nefyi

"Bediüzzaman Hazretleri l925'te, Pasinler'in Korucuk köyüne teşrif etmişlerdi. Biz gelenleri tanımıyorduk. Meğer bu kafile Kürdistan'dan Batı Anadolu'ya sevkiyat olarak geliyormuş. Bu kafilede şeyhler, ağalar ve seyyidler ile Bediüzzaman Hazretleri de vardı. Kendisi ince, narin boylu, sarımtırak saçlı idi. Gözleri ışık kaynağı gibi parlıyordu. Sakalı yoktu. Başında sarığı vardı. Ben bilmediğim için önce Kadirî zannetmiştim. Bizim köyde iki gün kalmışlardı. O yıl kış çok şiddetliydi. Kendisini kimseyle görüştürmüyorlardı. Biz de ziyaret etmeye çekiniyorduk. Kafilenin başındaki yüzbaşı, 'Gelin, bu zatı ziyaret edin. Bu zatın Türkiye'de emsali yoktur. Lâkabı Bediüzzaman'dır. İsmi, Said Kürdî'dir' derdi. O sırad mübarek Ramazan ayı idi.

"Bizler orada, kendilerine elbise gibi hususlarda yardım etmek istiyorduk. Kendileri ise çok derinden düşünerek, 'Kardeşim, bana dua edin, bu hususu sonra düşünürüz' diye buyurdu. Sonra yine kahveye geldiğimde, içeride Van müftüsü vardı. Ona dedim: 'Ben Şeyh Hazretlerini görmek istiyorum.' Kahvenin içinde küçük oda gibi bir yer vardı. Orada kıbleye dönmüş, okuyordu. Mübareğin öyle lâhutî bir sedâsı vardı ki, bu ses kara taşı bile delerdi. 'Şeyhim' dedim, 'çamaşırlarınızı almaya geldim.' Dedi: 'Kardaşım, bu kış günü çamaşırlar kurur mu? Bu iş zahmetli bir iştir.' Ben de 'Hiç olmazsa bir çorabınızı veya mendilinizi verin, size  hizmet etmek istiyoruz' dedim. Bana dönerek, 'Hepsini kabul ettim' dedi. Ben hemen ayakkabılarımı çıkarıp, yanına diz çökerek oturdum. Dedi: 'Sen burada üşürsün.' Ben de, 'Bundan iyi ne var?' diye cevap verdim.

 

"Namazın hesabını Allah benden sorar"

"Birkaç satır okumaya başladı. Ben de 'Acaba okuduğu nedir?' diye düşündüm. Sonra bana dönerek, 'Bu bir münacattır. Bu münacatı okuyorum. Milletin başından büyük bir belâyı defedecek. Çünkü kopan bu felâket Cehenneme denk bir ateştir. Bu Hazret-i Hüseyin Efendimizin evradıdır. Bu Zeynel Âbidin Hazretlerinden rivayet edilmiştir, bu duayı okuyorum. Ben durduğum yerde sen âmin diyeceksin' dedi. Duanın bitmesini bekliyordum. Tekrar bana döndü, 'Sen burada üşürsün' dedi. O sırada bir başçavuş ile zabıt vekili gelip ziyaret ettiler. Sonra kendisine bir çift lâstik ayakkabı getirdim. Eve iftara davet ettim. İftar yaklaşınca sofrayı kurdum. Allah ne verdiyse bununla iftar edecektik. Kendileri bir kap yoğurt istediler. Elinde bir bohçası vardı, onu açıp yiyecekti. Van Müftüsüne, Üstadın bizim yemekten şüphelenip şüphelenmediğini sordum. 'Rençberin kisbi helâldir' dedim. Biraz pirinç ve sütten yapılmış sütlâç vardı. Dedi: 'Kardaşım, bunu farelerden muhafaza edin, sahurda yiyelim. 'Ben korkuyordum, para verecek diye. Adeta içeceği suyun bile parasını veriyordu. Ayağımda olan yeni bir çift lâstiği gösterip, 'Üstad'ım, ben sizin ayakkabılarınızı giyeyim. Siz de benim bu yeni ayakkabılarımı giyersiniz' dedim. 'Kardeşim' dedi, 'sen namaz kılarsın, ayakların su çeker, namazın hesabını Allah benden sorar.' Yanımızdakilere sordu: 'Bu ayakkabıların fiatı nedir?' O zamanın parasından çıkarıp vererek ayakkabıları aldı. 'Kardeşim, başımıza gelen bu felâketler geçicidir, korkmayın. Yalnız dikkat edeceğiniz bir nokta var, ondan korkun. Çocuklarınızı okutun, yoksa bu din elinizden tez çıkar' diye bizlere dualar etti.

"Oradaki vazifeli subaylar devamlı bu konuşmaları notlar halinde yazıyorlardı. Tabiî, bu notları ihlâs için değil, sermaye için tutuyorlardı. Bu sohbetler esnasında yüzbaşı dinin emirlerinin çok sıkı olduğunu, insanı her taraftan kuşattığını söyleyince, Üstad 'Evet' dedi, 'sağa dönüp gıybet, sola dönüp yalan söylenirse elbette böyle olur.'

"Bizler on bir kişi sıraya girip, münacatın sonundaki duasını yaptık. Üstad'ın kafiledeki arkadaşları söylemişlerdi. Van'da Erek dağında kalırken yanına vahşi hayvanlar gelirmiş ancak yabancılar gelince bu hayvanlar dağlara kaçarlarmış. İki - üç gün sonra kendilerini yolcu ettik. Ben peşlerinden biraz fazla yürüdüm. 'Bizimle gelmen daha fazla münasip olmaz, artık geri dön' dedi. Ben de vedalaşıp ayrıldım."

Ses Yok