MUSTAFA AĞRALI
Mustafa Ağralı, Çaykara kazasının Eğridere köyünde l3l9'da (l903) doğmuş. l925 yılında askere alınan Ağralı, kendi ifadesiyle Cumhuriyet tarihinin ilk askerlerinden olarak l8 ay askerlik yapmış.
Van'a piyade eri olarak gitmiş. Bölük komutanı da kendisi gibi Trabzon'lu: Mülazım-ı Evvel (Üsteğmen) Saim Bey...
Üstadın sürgün edilmesi
Şarktaki isyanlardan sonra, Van'da tanınmış şeyhler, ağalar ve nüfuzlu kimseleri toplamaya başlıyorlar.
Şahidimiz Ağralı'nın anlattığına göre; hocalar, müftüler, sarıklılar aileleriyle, çoluk çocuklarıyla beraber toplattırılıp bir müddet Van'da nezarette bulunduruluyorlar, daha sonra da, Batı Anadoluya sevk ediliyorlar.
Bediüzzaman da bu sevk edilen kafilenin başında bulunuyor. Bir jandarma olarak bu sürgün hâdisesinde vazife alan Mustafa Ağralı, şahid olduğu hâdiseleri anlatırken diyor ki:
"Van'da askerlik vazifemi yaparken, Bediüzzaman ismini ve bu ismin şöhretini çok duyuyordum. Herkes bu zattan bahsediyordu. Ben de bu sebepten dolayı şiddetli bir arzu ile Bediüzzaman'ı görmek istiyordum.
"Sürgün günü benim de bu sevkedilen kafilelerde vazife almam, Bediüzzaman'la görüşebilmem için iyi bir şans ve fırsat olmuştu."
Hattâ hareket günü Van'da kalma ihtimali belirince, hemşehrisi Üsteğmen Saim Beyden gidecek kafilede kendisinin de bulunma isteğini, komutanı reddetmiyor, Ağralı da böylece kafileye nezaretçi olarak katılıyor.
Bediüzzaman'ın Erek Dağındaki kaldığı ikametgâhından alınarak Van'a getirildiğini söyleyen Ağralı, "Van'da onbeş-yirmi gün kadar kaldıktan sonra Erciş'e sevkettiler" diyor.
Ağralı'nın ağzından dinlemeye devam edelim, bu yolculuğu:
"Bediüzzaman'ı arıyorum"
"Mevsim kıştı, her tarafta kar vardı. Kafileler, yetmiş seksen civarındaki kızaklarla hareket etti. Kızakları at ve öküzler çekiyorlardı. Hareketten önce ben namaz hazırlığı için abdest aldım. Komutan beni Bediüzzaman'ın kızağına verdi. Fakat ben, Bediüzzaman'ı hiç tanımıyordum. O zamana kadar görmemiştim. Diğer kızaklar yük ve insanlarla dolu olmasına rağmen, Bediüzzaman'ın kızağında hiç bir şey yoktu. O tek başına idi. Kendisine hususi muamele yapılıyordu. Başına dallı yazma tabir edilen beyaz tülbenetten, bükülmüş, uzun bir sarık sarmıştı. Gür, siyah bıyıkları vardı, sakalı yoktu.
"Kızağa gelip bindim. Ama hâlâ onun meşhur Molla Sait olduğunu bilmiyordum" diyen Ağralı, acaba nerede diye merak ediyordu.
"Acaba hangisi olabilir?" diye devamlı göz gezdiriyor, hep sakallı, cübbeli hoca kıyafetinde birisini arıyordu. Hareket ettiklerinde, iki tane hoca gördüğünde, "Acaba bunlardan birisi mi?" diye bakıyor.
Kızaktaki tek zatın Kürt alay komutanı, paşası, aşiret reisi olup da bana ne, diye düşünüyor. Geriden ikinci kızaktaki iki zattan birisinin Meşhur Said Kürdî olabileceği kanaatıyla hakeket ediyor. Gayesi hep Bediüzzaman'ı görmek.
Bu sırada Bediüzzaman, müfreze komutanı Saim Beyi çağırarak Ağralı'yı istiyor. Saim Bey hemen Ağralı'yı gönderiyor. Ağralı diyor ki, "Daha önceleri benim soğukta abdest alıp namaz kıldığımı görmüştü."
Kızakta giderlerken Ağralı daha iki hocayı sormadan, Bediüzzaman, ona nereli olduğunu soruyor. "Trabzonlu" deyince neresinden olduğunu soruyor. Ağralı Of'tan olduğunu söylüyor. Bediüzzaman kendisine Hacı Ferşat'ı tanıyıp tanımadığını soruyor. Ağralı da yakından tanıdığını bildiriyor. Of'u ve Ofluları yakînen tanıdığını görünce Ağralı tereddüt ediyor. Bu zatları nereden tanıdığını sorunca Bediüzzaman İstanbul'dan tanıştıklarını ifade ediyor. Bu defa Mustafa Ağralı arkadaki kızakta gelen hocaların isimlerini soruyor. Bediüzzaman da onların kendisinin kardeşi olduğunu, birisinin Van Müftüsü, diğerinin de Saray kazası müftüsü olduğunu ifade ediyor.
"Kundaktaki çocuk gibi masumdur"
Daha sonra akşamleyin yol üzerinde bir köyde konaklıyorlar. Ağralı diyor ki:
"Bütün köylü bizi karşıladı. Komutanımız, 'Nezarettekileri nasıl muhafaza edeceğiz, bunları nasıl yedirip yatıracağız? Evlere dağıtmak olmaz' diye düşünüyordu. 'En iyisi bir ev boşaltır hepsini orada tutar, sabahleyin hareket ederiz' diyordu. Böyle yaptılar. Bölüğü de yerleştirdiler. Ama Kürtler bizi çok iyi karşıladılar. Bölük komutanına dediler ki, 'Yemek kazanı kaynatmayacaksınız. Askeri de biz yedireceğiz. Bunları da bize emanet ediniz. biz bakacağız.'
"Bölük komutanı bana, 'Bu akşam sen Hoca Efendiyle kalacaksın' dedi. Ben daha hâlâ Onun kim olduğunu bilmiyordum. Ben dedim ki, 'Bir tek kişi, ben nasıl bekleyebilirim?' Komutan da: 'Usulen sen gideceksin oraya, bir şey olmaz. O zat, kundaktaki çocuk gibi masumdur.'
"O Molla Said Kürdî'dir' dedi. Ben o esnada muradıma ermiştim, aradığımı bulmuştum. O zamandaki ismi Said Kürdî idi. Bizi bir odaya vermişlerdi. Oda küçüktü. Yere ancak iki yatak sığıyordu. Etrafımızda hep köylüler hizmet etmek için dönüp duruyorlardı.
"Bütün etrafı sarmışlardı. Öyleki bir işaret bekler gibi halleri vardı. Sanki Bediüzzaman'ın bir işaretini bekliyorlardı. Ama Bediüzzaman'ın katiyyen öyle şeylere müsaadesi yoktu. Bu sebepten onlar bir şey yapmadan duruyorlardı. Akşemleyin kaç çeşit yemek geldi, kendisi hiç yemek yemedi. 'Hastayım' dedi. Bana yememi söyledi. Sonra yatsı namazını kıldık. Sonra bir kat yatak ona serdiler. Bir de kapının yanında bana serdiler. Ben cehaletimden düşünüyordum. Gece tüfeğimi alıp giderse, ben ne yapabilirim? Halbuki Bediüzzaman'da böyle bir niyet ve hal yoktu. Heybetli, celâlli bir vaziyeti vardı. Hocaya benzemiyordu. Böyle şekli çok garipti. Bu haliyle acaba kaçar mı? diye düşünüyordum. Yatmazdan önce bana, 'Sen rahat et, yat uyu' dedi. Ben elbiselerimle yatağa girdim. Kendisi ise yatağı topladı. Bağdaş kurup, yatağa yaslanarak oturdu. Ben yine şaştım, niçin yatmıyor, ne yapacak acaba, diye bakıyordum. Sonra uyumuştum.
"Bir ara bir tıkırtı duydum ve uyandım. Baktım elinde bir gaz lâmbası, dışarı çıkıp, kar kışta abdest alıp geliyordu. Sonra namaza durdu. Bütün geceyi böyle ibadet ve duayla geçirdi.
"Bana 'uyandınmı?' dedi.
"Ben de 'uyandım' dedim. 'Vakit varken, biraz daha yat' dedi. "Biz Şafiyiz, bu sebepten erken kalkarız. Siz Hanefisiniz, birazdan kılarsınız' dedi. Halbuki değil erken kalkmak, hiç yatmamıştı. Ben artık yatmadım, kalktım. Beraberce namaz kıldık.
"Odada soba yanıyordu. Sobada su kaynattı. Yanında bir de ufak zenbil vardı. Zenbilden demlik çıkardı, içinde bir yumurta kaynattı. Van'dan çıkalı saatler olmuştu. İşte ilk defa bu bir yumurtayı kahvaltı olarak yedi.
"Daha sonra da traş takımlarını çıkardı. Güzel usturası vardı. Onunla tıraş oldu.
"Bu köyün ismini hatırlamıyorum. Akşamları hep yol güzergâhındaki köylerde kalıyorduk.
"Haline, tavrına bakıyordum. Temizliğe, traşına, ibadetine çok dikkat ediyordu.
"Başkalarının, onun bunun yemeklerini yemiyordu.
"Komutan Saim Bey de kendisine çok hürmet ediyordu. Fakat fazla da ilgilenemiyordu, korkuyordu."