ALİ BALABAN
VE CEMİLE
BALABAN
Eski Said'ten Yeni Said'e
Güzel İstanbul'un güzeller güzeli Boğaz'ına Osmanlı tarihçisi Dursun Bey "Nehr-i Azîz" adını vermişti.
Bediüzzaman Said Nursî'nin Rumeli sahillerindeki ilk menzillerinden sonra Sarıyer hakkında, Boğaziçinde Tarih eseri şunları kaydetmektedir:
"Bir zamanlar Boğaz feneri Sarıyer'de idi. Bilhassa bağları, bahçeleri ve mesireleriyle meşhur olan köy, gerek halkın, gerek hükümdarların rağbetini çeken müstesna bir mevkia sahipti. Meselâ Çelebi Solak Bahçesi, bilhassa padişahların kiraz mevsiminde uğrak mahalli olmuştu. Başta İkinci Sultan Selim, Avcı Sultan Mehmed, Dördüncü Sultan Murad hep Sarıyer'in müptelaları idiler. Burada Dördüncü Sultan Mehmed'in bir de av köşkü vardı ki, bilhassa Hünkâr Suyu padişahın av sahası içinde idi. Evliya Çelebi'nin ifadesine göre, Döndüncü Sultan Murad, Çelebi Solak Bahçesine bakmış da 'Ben Hâdimü'l-Haremeyn olduğum halde böyle bir Cennet bahçesine sahip değilim' deyivermiş. Bunu haber alan bahçenin sahibi ise, 'Padişahıma hibe olsun' diye bahçesini hükümdara hediye etmek istemişse de kabul ettiremedikten başka, padişah, bu ganî gönüllü Solak'a sonsuz ihsanlarda bulunmuş."
Sarıyer'in Fıstıklıbağlar semtinde mütevazi ahşap bir hane, Asrın Sultanına menzil olmuş, mekân olmuştu. Bediüzzaman İstanbul'da kaldığı l9l8-l922 yıllarında muhtelif zamanlarda gelip burada kalıyordu. Bu evde, Abdülkadir Geylânî Hazretleri Fütuhü'l-Gayb kitabıyla Eski Said'i Yeni Said'e çevirmişti. Bu hâdiseden otuz yıl sonra da Üstad Bediüzzaman, İnebolu eşrafından ve Nur talebesi Selâhaddin Çelebi ile Sirkeci'deki Akşehir Palas Otelinden bir taksi tutarak burayı ziyarete gitmişlerdi. Bu bahsi yıllar evvelki tesbitlerimizle Nurs Yolu'nda "Fıstıklı Bağlar'da Bir Ev" başlığı altında yazmıştık.
Üstad Bediüzzaman Lem'alar'daki "İhtiyarlar Risalesi"nin "Onuncu Rica"sında "Sarıyer'de kendime bir halvethane buldum" diyerek, İstanbul Boğaziçi'ndeki Sarıyer menzilini söylemektedir.
Bu gizli ibadet yeri olan Halvethane'den "Yirmi Altıncı İhtiyarlar Lem'ası" şöyle bahsetmektedir:
"Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyade hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer'de bir halvethane kendime buldum. Gavs-ı Azam (r.a.) (Fütûhü'l-Gayb'iyle, bana bir üstad ve tabib ve mürşid olduğu gibi, İmam-ı Rabbanî de (r.a.) Mektubat'ıyla, bir enîs, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum. Allah'a şükrettim."
"Şarktan bir Kürt hoca gelmiş"
Karadeniz'in dindar evlâtlarının yaşadığı Sarıyer Camii, vakit namazlarında bile Cuma ve mevlit cemaati gibi tıklım tıklım mü'minlerle doluydu.
l986 yılının tatlı bir bahar gününde kılanan öğle namazından sonra, sakallı ihtiyar bir zatın yanına yaklaşarak nereli olduğunu sordum. Nur yüzlü dede, bana garip garip bakmakla birlikte Sarıyer'li olduğunu söyledi. Yine tatmin olmayıp, doğduğu yeri tekrar sorduğumda, dede ve babalarının Doksan Üç Harbinde Kafkaslar'dan gelip Sarıyer'e yerleştiklerini, kendisinin ise Sarıyer'de doğduğunu ifade etti. Bu arada hemen ikinci mukadder ve hazır sualimi yönelttim: "Eskiden, yani altmış sene evvel Sarıyer'de Bediüzzaman oturmuş, siz hiç kendisini gördünüz mü?" deyince ihtiyar dede, gülerek elini cebine attı ve cebinden bir Nur Risalesi çıkardı. Ben hayret etmekle birlikte, bu neviden hâdiselerle çok karşılaşmış bir kimse olarak, fazla da şaşırmamıştım. Sarıyer Camiinin emekli müezzini olduğunu, Üstad Bediüzzaman'ı çok gördüğünü, ziyaret edip ellerini öptüğünü, kitaplarını da okuduğunu söyledi. Hanımının da Üstad'ı ziyaret edip dualarını aldığını, kendi evlerine yemeğe davet ettiklerini ve Üstad Bediüzzaman'ın icabet ettiğini anlatarak, bizi de kendi evlerine davet etmişti.
Daha sonraki Sarıyer ziyaretimizde Sarıyerli arkadaşlar Muallim Mustafa Beyler ve İslâm Yaşar gibi edip dostlarla birlikte evlerine gittik.
Seksen dört yaşındaki Sarıyer Camiinin emekli müezzini Ali Balaban bizi seksen yaşındaki eşi Cemile Hanımla birlikte karşıladı.
Ahşap evlerinin kütüphanesinde bir-iki tane değil, birçok Nur Risalesi eski ve yeni harflerle duruyordu. Hanımıyla kitapları okuyor ve içindeki hakikatlardan istifade ediyorlardı.
Cemile Balaban, babası Nevşehirli Hakkı Babanın Üstad Bediüzzaman'ı çok takdir ettiğini, ilmini ve irfanını çok beğendiğini anlatıyordu. Hakkı Efendi, hiç kimsenin evine gitmeyen, hiç kimseden bir şey almayan Bediüzzaman'ı bir gün evine çorbaya davet ettiğini, Üstad Bediüzzaman'ın ise, "Peki, ben sana gelirim" diyerek hakikatten bir gün kalkıp geldiğini, yer sofrası hazırlayıp, çorba pilâv ve yemek ikram ettiğini, Üstad'ın ise sadece bir çeşit yemekten biraz yediğini Hakkı Efendinin kızı Cemile Hanım anlatıyordu. Cemile Hanımla kocası Ali Efendi daha önceleri Sarıyer'de Üstad Bediüzzaman'ı gelip giderken çok gördüklerini, Fıstıklı Bağlar mevkiinde bir evde kaldığını söylüyorlardı.
O zamanlar, yani (l9l8-l922) yıllarındaki yaz mevsimlerinde gelip Fıstıklıbağlar mevkiinde kalan Bediüzzaman, buradaki aslen Kafkasyalı, yine Balaban ailesi gibi 93 muhacirlerinin evinde kalıyordu. Bu evde ibadet, murakebe ve tefeyyüz günlerinde Bediüzzaman'ın Eski Said günleri sona ermiş. Yani Said olarak hayatında yep yeni bir nur ve nurlu hizmet günleri başlamıştı.
Ziyaretimiz esnasında tam bir Osmanlı hanımefendisi olduğu her halinden belli olan Cemile Balaban Hanım, elinde bugünkü gazetelerin yarısı kadar büyüklükte, çarşaf gibi, Devlet-i Aliyye'den aldığı mezuniyet şehadetnamesini getirip bizlere göstermişti. Eski ve yeni yazıyı gayet güzel okuyan bu Osmanlı hanımefendisi bizim dikkatli bakışlarımız arasında Devlet-i Aliyyenin diplomasını su içer gibi okuyordu.
l920 yıllarında Sarıyer'in her tarafına, "Şarktan bir Kürt Hoca gelmiş, bu hoca çok büyük bir zatmış" diye şâyiaların etrafa yayıldığı zaman, Sarıyer'in dindar Karadenizli evlatları hep Bediüzzaman'ı ziyaret edip, duasını almak istiyorlardı.